On sekizinci yüzyılın sonu ve on dokuzuncu
yüzyılın başında Irak ve Şam'da yetişmiş büyük velîlerden. İnsanlara hak yolu
göstererek hakîki saâdete, kurtuluşa kavuşturan ve Silsile-i aliyye adı verilen
âlimler ve velîler zincirinin yirmi dokuzuncusudur. Asrının müceddidi idi.
Babasının ismi Ahmed'dir. İsmi Hâlid, lakabı Ziyâüddîn'dir. Bağdâdî nisbesiyle
meşhûr olmuştur. Babası hazret-i Osman'ın, annesi ise hazret-i Ali'nin
soyundandır. Bu sebeple Osmânî diye de anılmaktadır. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî
diye meşhûr olmuştur. 1778 (H.1192) senesinde Bağdât'ın kuzeyindeki Şehrezûr
kasabasında doğdu. 1826 (H.1242) senesinde Şam'da vefât etti. Kabri Şam'ın
kuzeyinde, Kâsiyûn Dağı eteğindeki kabristanda bulunan türbesindedir. Sevenleri
tarafından ziyâret edilmektedir.
Küçük yaşta ilim tahsîline başlayan Hâlid-i
Bağdâdî, keskin zekâsı, kuvvetli hâfızası, sağlam irâdesi ve çalışkanlığı ile
dikkati çekti. Süleymâniye'de devrin meşhûr âlimlerinden Muhammed bin Âdem-i
Kürdî, Sâlih-i Kürdî, Abdürrahîm Berzencî ile kardeşi Abdülkerîm Berzencî'den,
Abdullah-ı Harpânî'den ve daha pekçok âlimden ilim öğrenip, icâzet aldı. Sarf,
nahiv, edebiyât, usûl, mantık, hikmet (fen), hey'et (astronomi), geometri,
hesâb ilimleri ile tefsîr, hadîs, fıkıh, kelâm, tasavvuf ilimlerini ve diğer
ilimleri öğrendi. Fîrûzâbâdî'nin Kâmûs'unu ezberledi. Öğrendiği bütün ilimlerde
din ve fen adamlarına hocalık yapacak derecede üstün bir bilgiye sâhib oldu.
Din ve fen ilimlerindeki üstünlüğü ve geniş bilgisi sebebiyle zamânının bütün
âlimleri ve velîlerinin takdirlerini kazandı. Hangi ilimden ve hangi fenden ne
sorulursa sorulsun derhal cevâbını verirdi. Zekâsı ve bilgisi karşısında
akıllar hayrete düşerdi.
Hocası Seyyid Abdülkerîm Berzencî 1788 (H.1203)
senesinde tâundan vefât edince, onun talebesi boş kalmasın diye ders vermeye
başladı. Her taraftan âlimler dersine koştu. Her müşkülü çözer her derde devâ
olurdu. Dünyâya ehemmiyet vermez, gece gündüz ibâdet ederdi. Böylece yirmi bir
yaşındayken, ulemâya ve talebeye üstâd olup, yedi sene ders okuttu. Sözü
tesirli, avâm ve havâss arasında sözü delîl olan şerefli bir zâttı.
1805 senesinde hacca gitti. Yolda Şam âlimlerinden
çok saygı gördü. Tevâzûundan dolayı, Allâme Muhammed Kuzberî'den hadîs
rivâyeti; Mustafa Kürdî'den Kâdirî yolu icâzeti aldı.
Bir müddet Şam'da kaldıktan sonra Hicaz'a gitmek
için yola çıktı. Medîne-i münevvereye kavuştuğu zaman Peygamber efendimize aşk
derecesindeki sevgisini anlatan Kasîde-i Muhammediyye'yi Farsça olarak yazdı.
Medîne-i münevvereye geldiğinde, kâmil bir velî
bulup ona teslim olmak arzusundaydı. Bir gün Yemenli fazîlet sâhibi bir zâta
rastladı. Câhilin âlimden nasîhat istemesi gibi ondan nasîhat istedi. O zât
dedi ki: "Ey Hâlid Mekke-i mükerremeye gittiğin zaman edebe uymayan birşey
görürsen hemen reddetme." Mevlânâ Hâlid hazretleri Mekke-i mükerremede bir Cumâ
günü Kâbe-i şerîfe karşı Delâil-i Hayrât'ı okurken birinin, Kâbe'ye sırt
çevirip kendine bakdığını gördü. "Utanmadan Kâbe'ye arkasını çevirmiş. Edebi
gözetmiyor!" diye düşünürken, o kimse; "Mümine hürmet, Kâbe'ye hürmetten daha
öncedir. Bunun için yüzümü sana çevirdim. Niçin beni kötülüyorsun. Medîne'deki
zâtın nasîhatını unuttun mu?" dedi. Mevlânâ Hâlid hazretleri bunun büyük
velîlerden olduğunu anladı. Ondan af diledi ve; "Beni talebeliğe kabûl et."
diye yalvardı. O da; "Sen burada olgunlaşamazsın." dedikten sonra eli ile
Hindistan'ı göstererek; "Senin işin orada tamam olur." dedi ve gitti.
Bu gördüğü zatın hocası Abdullah-ı Dehlevî olduğu
rivayet edilmektedir.
Mevlânâ Hâlid hazretleri, memleketi Süleymâniye'ye
dönüp ders vermeye başladı. Fakat gece-gündüz Hindistan'ı düşünüyordu. Bir gün
bu düşünceler içindeyken, Hindistan'ın Dehli şehrinde bulunan evliyânın en
büyüklerinden Abdullah-ı Dehlevî'nin talebelerinden Mirzâ Abdürrahîm isimli bir
zât çıkageldi. O talebe, Abdullah-ı Dehlevî; "Mevlânâ Hâlid'e selâmımızı söyle
bu tarafa gelsin!" buyurdu." dedi. Uzun zaman başbaşa görüştüler. Mevlânâ Hâlid
talebelerine ders vermeye gelmez oldu. Talebeler, Hindli'ye kızmaya başladı.
Bir süre sonra, 1809 senesinde ikisi birlikte İran
ve Afganistan üzerinden Hind yolculuğuna çıktılar. Umulmadık bir zamanda
medreseyi ve talebeyi bırakıp bu ânî ayrılışına şehrin bütün halk ve talebeleri
çok üzüldüler. Yoldan çevirmek için çok ısrar ettiler ve yalvardılarsa da fayda
vermedi. Hindistan'ın karanlıklar ve tehlikeler içinde bulunduğunu söyleyip vaz
geçirmek istediler. Onlara; "Âb-ı hayât zulümâtta bulunur." şeklinde cevap
veren Mevlânâ Hâlid hazretleri, arkadaşı Mirzâ Abdürrahîm ile yaya olarak önce
Tahran'a geldiler. Burada meşhûr şiî âlimi İsmâil Kâşî'yi, talebesinin önünde
rezîl etti. Mevlânâ Hâlid, bâzı şiî tefsîr kitaplarını okumuş, Kur'ân-ı kerîmin
birçok âyet-i kerîmelerinin şiîler tarafından değiştirilip, mânâlarının tahrif
edildiğini görmüştü.Meselâ; Enfâl sûresi 70. âyetinde meâlen; "Bedr gazasındaki
esirleri salıverdiğin için Allahü teâlâ seni affeyledi." âyet-i kerîmesi Ebû
Bekr-i Sıddîk radıyallahü anh hakkındadır, şeklinde tefsîr ediyorlardı. Mevlânâ
Hâlid, İsmâil Kâşî'ye; "Peygamberler günah işler mi?" dedi. Kâşî; "Bütün
peygamberler mâsûmdur, günah işlemezler." dedi. Mevlânâ Hâlid;"Peki, Kur'ân-ı
kerîmin; "Bedr gazâsındaki esirleri salıverdiğin için Allahü teâlâ seni
affeyledi." meâlindeki âyet-i kerîmede; "Af" söylendiğine göre, günah işlemiş
mânâsına gelmiyor mu? Hâlbuki peygamberlerden günah olan bir iş meydana
gelmemiştir." deyince, Kâşî; "Bu âyet-i kerîme Ebû Bekr'i azarlamaktadır, onun
hakkındadır, Peygamberimizin hakkında değildir." dedi. O zaman Mevlânâ Hâlid
hazretleri; "O hâlde, Allahü teâlâ Ebû Bekr'i affettim buyuruyor da siz niçin
affetmiyorsunuz?" dedi. Kâşî cevap veremeyip, mahcûp ve rezîl oldu.
Mevlânâ Hâlid, Tahran'dan; Bistâm, Harkan, Semnân
ve Nişâbur'a geçti. Geçtiği yerlerdeki evliyâyı, şiirleriyle medheyledi.
Âriflerin kutbu Bâyezîd-i Bistâmî'nin kabrini ziyâret ettiği zaman meşhûr bir
kasîde söyledi.
Sonra Tûs (Meşhed) şehrine gitti. Orada, on iki
imâmın dokuzuncusu Mûsâ Kâzım'ın oğlu İmâm Ali Rızâ'nın türbesini ziyâretinde
de, çok güzel bir kasîde okuyarak onu medheyledi.
Mevlânâ Hâlid, AhmedNâmıkî Câmî'nin kabrini
ziyâret etti. Onu da Fârisî bir kasîdeyle medheyledi. Buradan Afganistan'a
geçti. Hirat'a uğradı. Hirat'ın bütün âlimleri, fazîlet sâhipleri, ziyâretine
geldiler. Gelenler arasında Abdullah-i Hıratî (Hirevî) de vardı. Bu zât
sonradan Mevlânâ Hâlid hazretlerinin talebesi oldu. Her şehirden ayrılırken;
âlimler, vâli ve kumandanlar ve halk ona âşık olup, saatlerce yola uğurladılar.
Kandehâr, Kâbil, Peşâver âlimlerinin suâllerine verdiği cevaplarla hepsini
hayran bıraktı. Peşâver'de çok hürmet ve tâzimle karşılandı. Âlimler onun
üstünlüğünü tasdik ve ikrâr ettiler. Sonra Lâhor şehrinin bir kasabasında kâmil
bir velî olan Allâme Mevlânâ Senâullah Dehlevî'yi (rahmetullahi aleyh) ziyâret
etti.Mevlânâ Senâullah Dehlevî, Mazhar-ı Cân-ı Cânân'ın en üstün
talebelerindendi.
Mevlânâ Hâlid; burada başından geçenleri şöyle
anlatır: Bu kasabada bir gece kaldım. Rüyâda, Şâh Abdullah-ı Dehlevî
hazretlerinin, yanağımdan tutup beni kuvvetle kendine çektiğini gördüm.
Sabahleyin Mevlânâ Senâullah'ın huzûruna gittiğim zaman, daha rüyâmı
anlatmadan; "Kardeşimiz ve seyyidimiz Abdullah-ı Dehlevî'nin huzur ve
hizmetlerini câna minnet bilmeli, huzur ve hizmetinde bulunmayı, sana vâd
olunan nîmetlere kavuşmaya sebep bilmelisin." dedi. Daha sonra o kasabadan
ayrıldım. Hindistan'ın başşehri olan Dehli ismi ile meşhûr Cihânâbâd'a geldim.
Aylarca süren uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra
tam bir senede Dehli'ye (Cihanâbâd) ulaşan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri
Dehli'ye vardığında, Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin bulunduğu şehre gelmenin
sevinci ile, seferdeyken yanında bulunan şeylerin hepsini, fakirlere dağıttı.
Sonra Hindistan'ın en büyük velîsi ve büyük İslâm âlimi, Şâh Abdullah-ı
Dehlevî'nin huzûruna kavuştu.
Abdullah-ı Dehlevî, onu talebeliğe kabûl etti. Ona
nefsinin terbiyesi için dergâhı temizleme vazifesini verdi. Mevlânâ Hâlid, bu
kadar ilimde âlim olmasına rağmen, hiç îtirâz etmedi. Bir gün yerleri temizleme
işi nefsine zor geldi. Derhal nefsine; "Eğer mübârek hocamın verdiği bu şerefli
vazifeden kaçarsan yerleri süpürge ile değil, bu sakalınla süpürtürüm." diyerek
hitâb etti. Artık bundan sonra hatırına böyle hiçbir düşünce gelmedi. Bir gün
yine böyle su taşırken, hocası Abdullah-ı Dehlevî hazretleri ile karşılaştı.
Abdullah-ı Dehlevî, onun mübârek omuzları üzerinden Arş'a doğru muazzam bir
nûrun yükseldiğini ve meleklerin ona gıbta ve hayranlıkla baktıklarına şâhid
oldu. Abdullah-ı Dehlevî, Mevlânâ'nın tasavvufta pek yüksek derecelere
eriştiğini, kemâle gelip olgunlaştığını görünce, bu vazifeden alıp, devamlı
huzûrunda bulunmasını emretti. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, orada da
hocasına canla başla hizmet ederek, büyük mücâhede ve çetin riyâzetler çekti.
Abdullah-ı Dehlevî'nin huzûrunda beş ay çalışıp sohbetleri ve nazarlarıyla
büyük velîlerden olmak saâdetine erişti. Huzur ve müşâhede makâmına kavuştu.
Vilayet-i kübrâ hâsıl oldu. Müceddidiyye, Kâdiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye
ve Çeştiyye yolunda kemâle geldi. Abdullah-ı Dehlevî'nin kalbindeki bütün esrâr
ve mânevî üstünlüklere kavuştu.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, feyz ve kemâl
bulunca, Abdullah-ı Dehlevî hazretleri; "Ey Hâlid, şimdi memleketine ve
Bağdât'a git! Oradaki Hak âşıklarını, sevdiklerine, yâni Allahü teâlâya
kavuştur." buyurunca, Mevlânâ Hâlid hazretleri; "Ey benim sebeb-i devletim,
yüksek sığınağım, efendim! Orada Hayderî ve Berzencî seyyidleri çoktur.
İnsanlara doğru yolu anlatmakla nasıl meşgûl olurum. Çünkü, onlar şöhret ve
îtibâr sâhibi ve âlimlerin sığınağı durumundadırlar. Böyle bir işe kalkışsam,
diğer insanlar bile beni men ederler." diye arz etti. "Sen, memleketine git.
İrşâd ile meşgûl ol. Bütün seyyidler, senin ayağının toprağına yüz sürerler ve
şerefli zâtına hizmetçi olurlar. Oranın vâlileri, emînleri, âlimleri, fazîlet
sâhipleri, mübârek ayağını öperler. Şimdi ne istersen vereyim, iste yâ Hâlid!"
buyurdu. "Din için dünyâlık isterim!" dedi. "Git, her istediğini verdim!"
deyip; "Yolun üzerinde, filân yerde, evliyânın büyüklerinden, iki seneden beri
yemez, içmez, konuşmaz, Hakk'a gönlünü vermiş, ölü gibi hareketsiz durup,
Hakk'ın sevgisine dalmış şerefli bir zât var. Ona selâmımı söyle, hayırlı
duâsını al ve şerefli elini öp!" buyurdu. Sonra bütün talebe ve sevdikleriyle,
dört millik mesâfeye kadar Mevlânâ Hâlid'i uğurladı. Sonra; "Hâlid bürd", yâni
"Hâlid herşeyi aldı götürdü." buyurdu.
Mevlânâ Hâlid, o velînin olduğu beldeye gelince,
yerini sordu. Uzaktan gösterdiler. Bulunduğu yere doğru yürüyünce, velînin
heybetinden Mevlânâ Hâlid'i (rahmetullahi aleyh) bir korku ve dehşet kaplayıp,
gidemedi, olduğu yerde kaldı. Hemen Şâh-ı Dehlevî hazretlerini hatırladı.
Korkusu gitti. O zâtın yanına gidip, hocasının selâmını bildirdi. O da başını
murâkabeden kaldırıp; "Aleyke ve aleyhisselâm." buyurdu. Sonra; "Ey Hâlid,
senin fütûhâtın ve irşâdının yayılma yeri Bağdât'tır." deyip, tekrar murâkabeye
daldı. Mevlânâ Hâlid hazretleri, o zâtın, nisbet-i Muhammedî denizine
gömülmesine, feyz nûrları içinde bir an cemâl-i Haktan ve O'nu murâkabeden
ayrılmamasına hayran kalarak oradan ayrıldı.
Mevlânâ Hâlid Şîrâz'a, oradan İsfehan'a sonra
Hemedan'a gitti. Hangi şehre teşrif etse, Allahü teâlânın emirlerini ve
yasaklarını hatırlatması güzel âdetlerindendi. Bu şehirlerdeki vâz ve
nasîhatlerini duyan îtikâdı bozuk kimseler ona kötülük yapmak istedilerse de,
Allahü teâlânın koruması ve Mevlânâ Hâlid'in heybeti sebebiyle korkup bir şey
yapamadılar. Sonra Senendec'e, oradan da 1811 (H. 1226) senesinde vatanları
olan Süleymâniye'ye gittiler. Bütün âlimler, fazîlet sâhipleri, talebe, şehrin
ileri gelenleri ve halk sevinç ve neşe ile onu karşılamağa çıktı.
Süleymâniye'de bir bayram havası yaşandı. Bir müddet burada kaldıktan sonra
Bağdat'a gitti. Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin dergâhına yerleşip
beş ay kadar insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlattı. Tekrar
Süleymâniye'ye dönerek ilim öğretmeye ve talebe yetiştirmeye devam etti.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri 1813 senesinde
Süleymâniye'den tekrar ayrılıp Bağdât'a gitti. İkinci defâ Bağdât'a
teşriflerinde, çok kimseler kendisine talebe oldu. İrşâd nûrları, gün gibi her
tarafı aydınlattı. Bağdât'ta en önce kendisine talebe olan, Bağdât müftîsi
Seyyid Abdullah Hayderî Efendi idi. Bu Müftî, Vâli Saîd Paşanın yardımıyla,
İhsâiyye, Isfahâniyye Medresesini tâmir ettirip, Mevlânâ Hâlid'e arz
etti.Mevlânâ Hâlid hazretleri oraya yerleşip ilim ve edeb neşretmeye başladı.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, insanlara
İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatıp, dünyâ ve âhirette kurtuluşa ermeleri
için çalışmaya başladığı günlerde, Bağdât Vâlisi Saîd Paşa, ziyâretlerine
geldi. Birçok âlimin sessiz, başları önüne eğik, hizmetçiler gibi edeple
huzûrunda oturmuş olduklarını gördü.Mevlânâ Hâlid hazretlerinin heybetini
görünce, diz çöküp titremeye başladı. Mevlânâ Hâlid'in celâl hâli gidince, Saîd
Paşanın titremesi geçti ve duâ istedi. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri ona
duâ edip; "Kıyâmette, herkes kendi nefsinden suâl olunur. Sen ise nefsinden,
yâni kendinden ve emrin altında olanların hepsinden suâl olunursun. Hak
teâlâdan kork! Çünkü, senin için önünde öyle bir gün vardır ki, o günün korku
ve dehşetinden evlâdına süt veren analar, evlâdını unuturlar. Hâmile olanlar,
korkudan vakitsiz doğururlar. İnsanları sarhoş görürsün. Onlar sarhoş değil,
ancak Allahü teâlânın azâbı çok şiddetlidir." deyip, nasîhat buyurunca, Saîd
Paşa yine titremeye başladı ve yüksek sesle ağladı.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri bir müddet
Bağdât'ta kalıp İslâmiyeti anlattıktan ve talebe yetiştirdikten sonra memleketi
olan Süleymâniye'ye döndü. Orada kendisi için bir dergâh inşâ edildi. Bu
dergâhta insanlara vâz ve nasîhat edip talebe yetiştirdi.
Süleymâniye'deyken, Berzencîler'den silâhlı iki
yüz kişi, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin öldürülmesine karar verdiler.
Cumâ günü, silâhlı olarak mescidin dış kapısında beklemeye başladılar. Cumâ
namazı kılındıktan sonra, bütün halk câmiden dışarı çıktı. Hâlid-i Bağdâdî
hazretleri, her zaman câmiden en son çıkardı. Dışarı çıkanlar bu silâhlı
kişilerin Mevlânâ Hâlid hazretlerine kötülük yapmak niyetinde olduklarını
anladılar. Mevlânâ Hâlid hazretleri, mescidin kapısından çıkıp, bu silâhlı ve
kötü niyetli kimselere heybetli bir nazarla bakınca kalblerinde müthiş bir
korku hâsıl oldu. Öldürmek için gelenlerden bâzısı nâra atarak kaçıştı,
bâzıları da yüzüstü düşerek perişân oldu. Bundan sonra, Mevlânâ Hâlid
hazretleri ile bütün talebeleri, hiçbir şey olmamış gibi, Cennet misâli olan
hânekâha gittiler. Kaçan bu düşmanların çoğu; "Mevlânâ câmiden çıkınca, onun
omuzlarında heybetli bir arslanın ağzını açmış, üzerimize atlamak üzere
olduğunu gördük. O anda aklımız başımızdan gitti, kaçacak yer bulamadık."
dediler.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri Bağdât'ta
ilimle ve insanlara İslâmiyeti anlatmakla meşgûl olduğu sırada, onu hased eden
inkarcılardan birisi Bağdât Vâlisi Saîd Paşaya bir mektup yazarak Mevlânâ Hâlid
hazretlerini şikâyet etti. Mektup yalan ve iftirâlarla doluydu. Hattâ Mevlânâ
Hâlid hazretleri küfürle ithâm ediliyordu. Mektûbu okuyan vâli, sinirlenerek
mektubu yere çarptı ve; "Sübhânallah! Eğer hazret-i Şeyh Hâlid de müslüman
değilse, müslüman kimdir? Bu mektubu yazan ya delidir veya Allahü teâlâ onun
basîret gözünü kör etmiştir. Bunun sebebi de o kimsedeki aşırı haseddir.
Allah'a sığınırız, Allah'a sığınırız." dedi.
Bağdât'taki âlimlere bu mektuba bir reddiye
yazılmasını emretti. Halle Müftüsü Muhammed Efendi bu mektuba bir reddiye
yazarak bozuk fikirlerini çürüttü. Bu mektubu Bağdât âlimleri de tasdik
ettiler. Daha sonra hatâ ettiğini anlayan iftirâcı iddiâlarından vazgeçip
Mevlânâ Hâlid hazretlerinden özür diledi ve affedildi.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri karşılaştığı
güçlükleri hocası Abdullah-ı Dehlevî'ye bir mektupla arz edince, hocası ona
yazdığı mektupta şunları buyuruyordu:
"Mektubuma Rahman veRahîm olan Allahü teâlânın
şerefli ismiyle başlıyorum. Allahü teâlânın sevgili kulu mübârek Mevlânâ Hâlid!
Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühü. Tepeden tırnağa kadar kusurlu
olan bu fakîre, her an ziyâdesi ile gelmekte olan Allahü teâlânın nimetlerine
şükür ve hamd etmek yazıya ve söze sığmaz.
Siz, istifâde etmek isteyenlere yardımcı olunuz.
Onlar da emredilen zikir ve diğer vazifeleri yerine getirip, saâdetlerini
bunlardan bilsinler. Büyüklerin yolunu inkâr edenlerle görüşmesinler. "Hocana
kötülük edenle iyi olursan, köpek senden daha iyidir." sözü meşhûrdur. İmâm-ı
Rabbânî hazretlerine îtirâz edenlerden uzak olunuz. Âlimler ve ârifler
söylemişler ve yazmışlardır ki: "İmâm-ı Rabbânî hazretlerini sevenler, mümin ve
müttekîlerdir. Ona buğz edenler münâfık ve şakîlerdir." İslâm memleketleri
hazret-i Müceddîd'in feyzleriyle doldu. Ve bütün müslümanlara, hazret-i
Müceddîd'in nîmetlerine şükür ve hamd etmek vâcib oldu.
O memleketin âlimleri, şerîfleri ve âmirleri
mübârek varlığınızı nîmet bilip sizden istifâde edeler. Size tâzim ve hürmette
kusur etmeyeler, muhâliflerinize, size sû-i kasd edenlere ve sizi çekemeyenlere
mâni olalar. Bu fakîr, bunları nasîhat yollu yazdım. Resûlullah sallallahü
aleyhi ve sellem; "Din nasîhattir." buyurdu.
Allahü teâlâ, sizi, Şâh-ı Nakşibend'in, Müceddîd-i
elf-i sânî'nin ve kalbimin kıblesi Mirzâ Sâhib'in halîfesi etmiştir. Hiç kimse
sizin yerinizi alamaz. Sizin eliniz, benim elimdir ve sizi görmek, beni
görmektir. O uzak yerden buraya gelmeye kalkmayın. İhtiyâç yüzünü bu tarafa
çevirmek ve kalb ile hatırlamak yetişir. Allahü teâlâ kendi rızâsına ve
Habîbine uymaya muvaffak eylesin! Âmîn."
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerine düşman olan
ve karşı çıkanlardan pekçoğu onun güzel ahlâkı ve kerâmetleri karşısında insafa
gelip büyüklüğünü kabûl ettilerse de bâzıları aynı hased ve muhâlefetlerine
devâm ettiler.
Âlim ve fazîlet sâhibi olan Şeyh Ali Süveydî,
büyük muhaddislerden (hadîs âlimi) idi. Hadîs-i şerîf senedlerinde kuvvetli
bilgisi vardı. İmtihân etmek maksadıyla, Mevlânâ Hâlid hazretlerine
geldi.Müsâfeha esnâsında bir hadîs-i şerîf okudu.Mevlânâ hazretleri de bir
hadîs-i şerîf okuyup oturdular. Aynı zât, Kütüb-i Sitte'de yazılı hadîslerden
üç hadîsi senedleri ile, imtihan yollu okudu. Mevlânâ hazretleri de, bu
hadîslerin asıl senedlerini sahîh olarak okuyunca, hemen Mevlânâ Hâlid
hazretlerinin ellerine kapanıp, kalbine gelen imtihan düşüncesinden tövbe
ederek af diledi. Sonradan ilim meclislerinde; "Mevlânâ en büyük velîlerden
olup, zâhir ve bâtın ilimlerinde sonsuz bir deniz, biz ise bir damlayız."
derdi.
Mevlânâ Hâlid hazretleri, bir gün yolda yürürken
bir hıristiyana nazar ve iltifât etti. Hıristiyan, feryâd edip cezbeye kapıldı
ve ağlayarak Mevlânâ'nın arkasından yürüdü. Hânekâha girdi. Müslüman oldu.
Saâdete kavuşanlara katıldı.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri bir müddet
Allahü telânın emir ve yasaklarını anlattıktan ve talebe yetiştirdikten sonra
Süleymaniye'den âile fertlerini ve talebelerinden bir kısmını da berâberine
alarak yerleşmek üzere Şam'a gitti. Şam ahâlisi, âlimleri ve idârecileri ona
saygı ve iltifât gösterdiler. Şam Vâlisi Abdurrahmân Paşanın oğlu Mahmûd Paşa
Mevlânâ Hâlid hazretlerinin üstünlüğünü anladı. Uzaktan yakından pekçok
kimsenin onun sohbetiyle ve ilim meclisleriyle şereflenmek üzere geldiklerini
görerek ona bir mescid ve bir dergâh yaptırdı. Kendisinin ve talebelerinin
geçimlerini sağlayabilecek maddî yardımlarda bulundu. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî
hazretleri sohbetleriyle insanların dünyâda ve âhirette kurtuluşa ermeleri için
gayret etti. Pekçok âlim ve fazîlet sâhibi kimse onun sohbetlerinde bulundu.
Şeyh İsmâil Şirvânî, Şeyh AhmedEğribozî ve başka zâtlar bunlardandır.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri Şam'da
bulunduğu sırada Abdülvehhâb es-Sûsî'yi İslâmiyeti anlatmak veNakşibendiyye
yolunun esaslarını tanıtmak üzere vazîfelendirip gönderdi. Abdülvehhâb es-Sûsî
İstanbul'a gidince, kendisini şeyhülislâma kabûl ettirdi. Âlimlerden bir grub
büyük vezirler ona bağlandılar. Abdülvehhâb es-Sûsî devlet adamları ve ulemâ
ile düşüp kalkması sebebiyle ucb ile kendini beğendi ve kibire kapıldı.
Zenginliğe ve dünyâ malına meyletmesi sebebiyle İslâmiyete uygun olmayan
hareketler yapmaya başladı. Bu durumu keşif yoluyla anlayan ve habercileri
vâsıtasıyla bilgi alan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri mektup yazarak
Abdülvehhâb es-Sûsî'yi Şam'a çağırıp tövbe etmesini istedi ve yerine başkasını
vazîfelendirip gönderdi. Abdülvehhâb es-Sûsî zâhiren Mevlânâ Hâlid hazretlerine
itâat ediyor göründüyse de, gizlice hîleli yollara başvurdu. Fakat Allahü teâlâ
Mevlânâ Hâlid hazretlerine onun başvurduğu hîleli yolları bildirdi. Mevlânâ
Hâlid efendimiz üç kere mektup yazarak işin hakîkatini İstanbul'daki
talebelerine ve sevenlerine bildirdi ve onun tasavvuf yolundan tard edildiğini,
sözlerinin dinlenmemesi gerektiğini haber verdi. Bu mektuplardan birinde
buyurdu ki: "...Size mâlûm olsun ki, Abdülvehhâb tarîkat ve şerîat esaslarından
pekçok şeyi bozdu. Bu yolda bulunma şerefini de dünyâ leşini almaya vesîle
etti, îtibâr vesîlesi kıldı. İstanbul'da maddî çıkarlara yol açtı. Allah orayı
belâdan korusun. Gerek İstanbul'da, gerekse Irak'ta insanların inkârına sebeb
oldu. Onun davranışları insanlar arasında vehimlere ve vesveselere yol açtı.
Sizin ona çok tâzim edip saygı göstermeniz onun
için gurur sebebi oldu.Kendi üzerindeki terbiye haklarını inkâr yoluna gitti.
Ondan son derece ters davranışlar ortaya çıktı. İşte anlatılan sebeplerden
dolayı ilâhî irâde onun tarîkat yolundan kovulması yolunda tecellî etti. Bâzı
sırlarından dolayı, onlar basîret sâhibi olanlara gizli bir şey değildir.
Bu mektup size ulaştıktan sonra onunla muhatap
olmayın. Bunun tersine davranırsanız bu silsile büyüklerinin sizinle olan
bağları kopar. Kezâ bu fakirle de bir bağlantınız kalmaz. Sevgi hakkını
gözeterek bu mektubu yazdım. Size bir zarar gelmemesi için oradaki ihlâs sâhibi
kardeşlerimiz ve sevenlerimiz de bu mektubun muhâtabıdırlar."
Tasavvuf yolundan tard olunan Abdülvehhâb es-Sûsî
yaptıklarına pişman olup bir gün Mevlânâ Hâlid hazretlerinin talebelerinden
olan Şeyh Yahyâ hazretlerine gelerek elini öptü ve affedilmesi için vâsıta
olmasını istedi. Şeyh Yahyâ, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin huzûruna geldi ve
Abdülvehhâb'ın affını diledi. Mevlânâ Hâlid hazretleri buyurdular ki: "Bu iş
benim elimde olsa affederdim. FakatNakşibendiyye silsilesinin sâdâtı
(efendileri) onu tarîkat kapısından kovmuşlardır. Şâyet Abdülvehhâb sakalını
traş eder, yüzünü siyaha boyayıp bir merkebe ters bir şekilde biner, sokaklarda
gezer, kendini teşhir ederse, o zaman belki şeyhlerin rûhâniyeti onu affeder."
Bunun üzerine Şeyh Yahyâ; "Üstâdım! Abdülvehhâb nefsine böyle bir iş
yükleyemez. İzin veriniz de onun yerine bu işi ben yapayım, Abdülvehhâb
affolunsun. Ben kendimi müslümanların hayrı için fedâ ederim." dedi. Onun bu
sözlerini dinleyen Mevlânâ Hâlid hazretleri ağlayarak Şeyh Yahyâ ile
kucaklaştı. Şeyh Yahyâ dönüp Abdülvehhâb'ın yanına gitti ve dedi ki: "Sen
kendinden başka kimseyi kınama, ancak ve sâdece kendini kınayabilirsin." Zâten
kötü niyetliliği kendine huy edinmiş olan Abdülvehhâb es-Sûsî, Medîne-i
münevvereye giderek Mevlânâ Hâlid hazretlerinin aleyhinde küfre vardıracak
iftirâlar ve sözler sarf etti.
Şam fetvâ emîni İbn-i Âbidin hazretleriMevlânâ
Hâlid hazretlerinin sevdiklerindendi. Mevlânâ Hâlid efendimize iftirâ eden
azgınlara ve onlara inananlara bir reddiye risâlesi yazı. Bu risâleye de
Sell-ül-Hüsâmü'l-Hindî li-Nusreti Mevlânâ Şeyh Hâlid Nakşibendî ismini verdi.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri Şam'da
bulunduğu sırada, onun büyüklüğünü çekemeyenler, OsmanlıPâdişâhıSultan İkinci
Mahmûd'a; "Asker ve silâh topluyor, güçlenip devletinize baş kaldırmak istiyor.
Ülkeni ondan koruyasın." diye şikâyette bulundular. Sultan İkinci Mahmûd Han
hemen büyük âlim Şeyhülislâm Mekkîzâde Mustafa Âsım Efendiyi huzûruna çağırdı.
Durumu kendisiyle görüştü. Mustafa Âsım Efendi; "Ey müminlerin emîri! Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmin Hucûrat sûresi 6. âyetinde meâlen; "Size fâsığın biri
haber getirirse onu iyice araştırın." buyuruyor. Görüşüm odur ki, onun hâlini
araştırıp açığa çıkarabilecek güvenilir iki kişiyi bulup yollayınız. Hiç
sezdirmeden gitsinler, araştırmalarını yapıp dönsünler."
Bunun üzerine Sultan Mahmûd Han iki kimseye derviş
elbisesi giydirip araştırmak için Şam'a gönderdi. Derviş kıyâfetiyle giden
kimseler gizlice araştırmaya başladılar. Allahü teâlâ bu kimselerin gelişini
Mevlânâ Hâlid hazretlerine mânevî olarak bildirdi. Kalbine, kendisine gelen iki
misâfire ikrâmda bulunması ilhâm olundu. Derviş kıyâfetindeki bu kimseleri
bulduran Mevlânâ Hâlid-iBağdâdî hazretleri onları yemeğe dâvet etti. Yemek
hazırlanıncaya kadar da kendi durumunu açıkladı. Kendi evini oda oda onlara
gezdirdi. Bu odalarda ev eşyâsı dışında hiçbir şey bulamadılar.
Bu hâlin Mevlânâ Hâlid hazretlerinin kerâmeti
olduğunu anlayan o kimseler, saygı ve hürmetle ayaklarına kapandılar. Artık
gizleyecek bir şey yoktu. Olan her şeyi açıkladılar. Ona talebe olup tasavvuf
yoluna girdiler. Huzûrunda kalıp İstanbul'a dönmek istemediler. Fakat Mevlânâ
Hâlid hazretleri; "Olmaz. En uygunu İstanbul'a dönmenizdir. Hazret-i Sultana
durumu anlatırsınız.Verilen görevi tam yerine getirmiş olursunuz. Ancak bundan
sonra isteyen buraya döner, isteyen de orada kalır. Bundan sonrası için artık
bir günâh yoktur." buyurdu.
Vazîfeli iki kişi Sultan İkinci Mahmûd Hana dönüp
şikâyetlerin asılsız olduğunu bildirdiler. Sultan da aldığı bu haber üzerine
Allahü teâlâya hamd etti. Şeyhülislâma da bu teklifinden dolayı teşekkür etti.
İki kişiden birini Mevlânâ Hâlid hazretlerinin hizmetine yolladı. O kimse Şam'a
gidip senelerce Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin hizmetinde bulundu ve orada vefât
edip türbesinin yanına defnedildi.
Sonra Sultan Mahmûd Hanın saray nâzırlarından
Mevlevî Hâlet Efendi, Mevlânâ Hâlid'in şöhret ve îtibârını çekemeyerek,
kendisini halîfeye çekiştirdi. "On binlerle adamı vardır. Devlet ve saltanat
için tehlikelidir. Ortadan kaldırılması lâzımdır." dedi. Sultan Mahmûd Han;
"Din adamlarından devlete zarar gelmez." diyerek sözüne kıymet vermedi. Mevlânâ
Hâlid hazretleri bunu işitince, hayır ve selâmetle duâ etti ve; "Hâlet
Efendinin işi Pîri Celâleddîn-i Rûmî hazretlerine havâle olundu. Onu huzûruna
çekip cezâsını verecektir." buyurdu. Az zaman sonra SultanMahmûd Han Mora
İsyânına sebeb olduğu için onu Konya'ya sürdü. Orada îdâm olundu.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri bir ara üçüncü
defâ Bağdât'a gelerek İhsâiye Medresesinde yerleşti. İnsanlara İslâmiyeti
anlatmaya ve ilim öğretip talebe yetiştirmeye devâm etti. Peygamber efendimizin
(sallallahü aleyhi ve sellem) sünnet-i seniyyesini yayıp, sonradan ortaya çıkan
bid'atları kaldırdı. İlim, fazîlet ve güzel ahlâkta olgunluğun zirvesine
yükselen Mevlânâ Hâlid hazretlerinin üstünlüğünü dost düşman herkes kabûl
etti.Bağdât'ın âlimleri, ileri gelenleri, vezirleri ve vâlileri önünde boyun
eğdikleri gibi, diğer İslâm ülkelerindeki insanlar da onun üstünlüğünü işitip
Bağdât'a koştular. Uzaktan yakından onun sohbetlerine ve ilim meclislerine
gelenler, zâhirî ve bâtınî üstünlüklere kavuşarak memleketlerine döndüler veya
İslâm memleketlerinin çeşitli yerlerine giderek İslâmiyeti anlattılar.
Çok sevdiği talebelerinden ve halîfelerinden olan
Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî'ye yazdığı mektûbunda buyurdu ki:
"Allahü teâlâ, kalbimin özlediği, rûhumun
gözlediği Seyyid Tâhâ'yı, fena ve bekâ mertebelerine kavuşmakla şereflendirsin.
Allâmenin (yâni Seyyid Tâhâ hazretlerinin) bu fakîre yazdığı mektup geldi.
İslâmiyetin yayılmasına çalıştığınız ve Kur'ân-ı kerîmin hatmi hakkında
yazıyorsunuz. Çok memnun olduk. İhlâs şartı ile Allahü teâlâya ne kadar ibâdet
ederler, Resûlullah efendimizin sünnetine ne kadar uyarlarsa, sizin vâsıtanızla
olduğu için, her birinin sevâbı kadar sizin de amel defterinize yazılacaktır.
Resûlullah'ın; "Bir kimse İslâmda sünnet-i hasene yaparsa, bunun sevâbına ve
bunu yapanların sevaplarına kavuşur. Bir kimse İslâmda bir sünnet-i seyyie
çığırı açarsa, bunun günâhı ve bunu yapanların günahları kendisine verilir."
hadîs-i şerîfi bu sözümüze şâhiddir. Vesselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve
berekâtühû."
Talebelerine ve sevenlerine nasîhat ederek buyurdu
ki:
Sizlere vasiyetim, size İslâmiyeti anlatan hocaya
îtirâzı terk, Resûlullah'ın dînine ittibâ ve kendini aradan çekip, yok etmeyi
bu yolun esâsı biliniz. Bu üçü olmadan bu yolda ilerleme olmaz.
Bu yolun büyükleri kendilerine bağlı olanlardan
gâfil değildir. Onlara kimse kafa tutamaz. Onlara kafa tutanın işi de, başı da,
saâdeti de gider.
Hanım, çocuklar, mal ve mülk, Allahü teâlânın
emânetleridir. Emânetlerini istediği zaman alır.
Nefs-i emmâreden kurtulmanın alâmeti, insanların
övmesi ile ayıplamasını, eşit görmektir. İnsanların rağbetine sevinip,
aramamalarına, etrâfınızda dolaşmamalarına üzülmek, basitlik, büyük akılsızlık
ve anlayışsızlıktır.
En mühim vasiyetim şudur ki: Ölümü, âhiret
hallerini ve nîmetlerin hakîki sâhibini unutmayınız. Elden geldiği kadar
peygamberlerin efendisinin (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetine uymada ileri
gitmeye çalışınız. Günde bin kere duyulmayacak kadar alçak sesle, Kelime-i
tehlîl (Kelime-i tevhid) söyleyiniz. Hem kalbe yönelerek, hem de mânâsını
düşünerek olsun. Böylece kalpte, hakîkî matlûbdan başka bir şey kalmasın. Zîrâ
büyüklerin yolunda asıl maksad mâbûddur.
İhlâs ne kadar çok olursa, evliyanın yardımı o
kadar ziyâde olur.
Evliyânın kalbleri, ilâhî nûrların çıkıp geldiği
kaynaklardır. Onların hoşnut olduğundan, Hak teâlâ da hoşnuttur. Onların
kalblerinde yer eden, büyük devlete kavuşmuştur.
Bizim yolumuz, İslâm dînine ittibâ (uyma) yoludur.
Herkes elinden geldiği kadar buna çalışmalıdır.
Allah adamlarının iğnesini (dokunaklı sözlerini)
ilâç gibi bilmelidir. Çünkü bu tâifenin celâli, cemâl ile karışıktır. Yâni
kızmalarında da merhamet vardır.
Bütün gayretle, sünnetin yayılmasına ve
bid'atlerin yok edilmesine çalışmalı, müslümanların, Ehl-i sünnet âlimlerinin
bildirdikleri doğru îtikâd üzere olmalarına uğraşmalıdır. Bu işle uğraşmadan
yapılan zühd ve ibâdeti, kör, kötürüm ve ihtiyarlar da yapar.
Namazın şart ve rükünlerini, sünnet ve edeblerini
anlatan kitapları insanlara okuyup, tavsiye etmeniz büyük devlettir.
İnsanlardan gelen sıkıntılara katlanmak, Allahü
teâlânın beğendiği, Resûlullah'ın sevdiği ve büyük evliyânın özendiği bir
ahlâktır.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin gösterdiği
pekçok kerametleri onun evliyâlıktaki yüksek derecesini göstermekdir.
Bağdat'taykenHâcı Mahmûd Efendi isminde, servet
sâhibi, kendisine bağlı bir talebesi vardı. Bu zât, Mevlâna Hâlid'in şerefli
hânekâhlarına ve diğer yerlere kendi eliyle yüz bin kuruş harcayıp
borçlanmıştı. Bir gün Mevlânâ Hâlid'in huzurlarına gidip; "Efendim, borcumun
çokluğundan dışarı çıkmaya yüzüm kalmadı." deyince, Mevlânâ Hâlid hazretleri
buyurdular ki: "Bir ay sabret." O, bunun üzerine; "Aman efendim, sabra tâkatim
kalmadı." diyerek iki defâ tekrarladı. Bu tekrar çok yakınlığından ve
samîmiyetindendi. Mevlânâ Hâlid de; "Mâdemki öyle, kaldır şu hasırı istediğin
kadar al." buyurdu. Mahmûd Efendi de hasırı kaldırdı ve altında bir altın
gördü. Altını aldı, başka bir altın gördü ve böylece her aldığı altının yerinde
yeni bir altın gördü. Yüz bin kuruş tamamlanıncaya kadar bu işe devâm
etti.Mahmûd Efendi bu kerâmeti görünce, Mevlânâ Hâlid'in ellerini öptü.
İsmâil binAli adlı zât anlatır: "Şam-ı şerîfteyken
bir gün, Mevlânâ Hâlid hazretlerinin bulundukları yere gittim. Mukaddes
iltifâtlarına nâil olunca, cezbe hâli gelip, bir nevî gösteriş yaptım.
Gözlerimi açınca Mevlânâ Hâlid, Şeyh Muhammed Nâsih hazretlerine şöyle buyurdu:
"İsmâil'e söyle, hâl ile cezbe ortaya çıktığında onu tutmak gerekir. Niye izhâr
eder de cezbesini tutmaz. Zîrâ zorla cezbe göstermek riyâdır. Riyâ ise zinâdan
daha büyük günahtır. Hâline tövbe etsin." Mevlânâ hazretleri hâlimden kalbimi
keşfetmişti.
Bağdat Vâlisi Dâvûd Paşanın vezirliği esnâsında
Osmanlı şehirlerinden birkaçını İranlılar işgâl ettiler. O kasabalarda bulunan
halkın kitaplarını yağmaladılar. Oradaki âlimlerden birisi, Hâlid-i Bağdâdî
hazretlerine geldi. Huzurlarına girip, başından geçen hâdiseyi arz ederek;
"Efendim bir kitap alamayacak hâle geldim. Ne yapayım? Hangi işte bulunayım?
Sizin merhametinize güvenerek geldim." dedi. Mevlânâ Hâlid hazretleri,
yanlarındaki on yedi bin kitabı o âlime hediye ettiler. Böylece yanlarında bir
kitap bile kalmadı.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri Bağdât'taki
vazîfesini tamamladıktan sonra son olarak 1822 senesinde Şam'a gitmek üzere
hazırlandı. Âile fertlerinden bazılarını Bağdât'ta bıraktı. Bağdâtlılar
gitmesini istemediler. Ancak Mevlânâ Hâlid hazretleri kendilerine gelen mânevî
işâretin Şam'a gitmeleri doğrultusunda olduğunu belirterek yola çıktı.
Talebeleri ve sevenlerinden büyük bir cemâatle Şam'a geliyorlardı. Şam
arâzisine geldikleri zaman, Safvek bin Fâris diye meşhûr Şemmer kabîlesinden
bir yol kesici, adamları ile kâfileyi soymak istedi. Safvek bin Fâris, bu
hâdiseyi şöyle anlatır: "Pekçok yardımcımla Mevlânâ Hâlid'in kâfilesine hücûm
edeceğim zaman, kâfileden beyaz elbiseli, ata binmiş, heybetli biri göründü.
Sonra gözlerimizin önünde büyük bir dağ kadar oldu. Yolcular ile aramızda büyük
bir engel teşkil etti. Artık kâfiledekileri seçemez olduk. Boyunun uzunluğu
semâya kadar varan bir büyük dağ gibi olan bu zâtı görünce, korkudan bir
titreme gelerek, mızraklarımız elimizden düştü.Sonra herkes hayvanlarından
düştü. Artık kâfilede Allah'ın sevgili bir kulu olduğunu anladık ve hep bir
ağızdan; "Aman aman, affedin affedin!" diye bağırıştık. Bunun üzerine kâfile
görünmeye başladı. İçlerinde Mevlânâ Hâlid'i görünce, hepimiz kusurlarımızın
affını rica ve niyâz ettik. Ellerine sarılarak tövbe ve istiğfâr eyledik."
Sağ sâlim Şam'a gelenMevlânâ Hâlid-iBağdâdî
hazretleri,ÜmeyyeCâmiindeki Gazze büyüklerininHalvethânesine girdi.Şam'a bu
gelişi sırasında Seyyid İsmâil Efendinin kızı Âişe Takıyye Hanımla
evlendi.Sonra Bağdât'ta kalan hanımı ve âile fertlerinin de getirilmesini
emretti.
Âlim
ve fazîlet sâhibi bir zât olan Şeyh Muhammed Hafız Urfalı anlatır: Mevlânâ
Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, Bağdât'ta kalan hanımı ve oğlu Şihâbüddîn'in Şam'a
gelmesi için mektup yazınca onlar yola çıkıp Urfa'ya geldiler. Bu esnâda
Mevlânâ Hâlid hazretleri bana hitâben; "Hafız! Çoluk çocuğumuz Urfa'ya
geldiler. Sizin evinize indiler. Lakin Şihâbüddîn vefât eyledi." buyurdu. Bu
sözün söylendiği târihi yazdım. Sonra Urfa'ya gittiğimde sordum. Tam
buyurdukları zamanda Şihâbüddîn'in vefâtı vâki olmuştu.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri Şam'ın meşhûr
semtlerindenKunvat'ta büyükçe ve geniş bir konak satın aldı. Âilesi ile
birlikte oraya yerleşti. Oranın bir kısmını vakıf olarak bağışladı. Konağın
yanına bir mescid yaptırdı. Bu mescidde beş vakit namaz cemâatle kılınmaya
başladı. İleri gelenlerden ve halktan pekçoğu Mevlânâ Hâlid hazretlerinin
cemâat ve sohbetlerine koştu. Vezirler ve devlet adamları onun huzûrunda el
pençe divan durdular. Kâfile kâfile gelenler Nakşibendiyye yoluna girip
talebesi oldular. Kendisine devletin ileri gelenlerinden mektuplar yazıldı,
vâliler ziyâretine koştular. Âlimler ve şâirler üstünlüğünü anlatan eserler ve
şiirler yazdılar. Kısaca İslâm dünyâsının her tarafında onun üstünlüğünü ve
fazîletini bilmeyen ve kabûl etmeyen kalmadı.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri Şam'da kaldığı
müddet içinde pekçok yıkık mescidi tâmir ettirdi. İdas Câmii de bunlar
arasındadır. Yerleştiği konağın yakın bir yerine bir köy kurdu. Orada
halîfeleri ve talebelerinden bir cemâatin kalmasını emretti. O köy halkının
dînî terbiyesini ise, halîfelerinden Şeyh İsmâil Enârenî ile Şeyh AhmedHatib'e
bıraktı.ŞuvaykaCâmii olarak bilinen Murâdiye Câmiinde Muhammed Hânî'yi,
Sâlihiyye'deki Câmi-i Sâhibe'deAbdülkâdir Dimlanî'yi insanlara İslâmiyeti
anlatmakla ve Hatm-i hâcegân yaptırmakla vazîfelendirdi. Kendisi de
medresesinde sabahları Şâfiî fıkhı okuttu.
Şam'dayken Kudüs'e giderek Mescid-i Aksâ'yı ve
büyüklerin kabirlerini ziyaret etti. Kudüs halkından saygı iltifat gördü.
Kudüs'ten Urfa'ya gelerek mübârek makamları ziyâret etti ve insanlara vâz
nasihat ederek kurtuluşlarına vesîle oldu. Tekrar Şam'a döndü. 1826 senesi
hacca gidişinde berâberinde halîfelerinden ve talebelerinden pekçok kimse de
bulundu. Yol boyunca gittiği beldelerin insanlarına da İslâmiyeti
anlatanMevlânâ Hâlid hazretleri hac vazîfesini yerine getirdi. Medîne-i
münevvereye giderek sevgili Peygamberimizin kabr-i şerîfini ziyâret etti.
Mekke-i mükerremede ve Medîne-i münevverede pekçok âlim ve evliyâ zâtlarla
karşılaşıp sohbet etti. Aynı sene içinde Şam'a döndü ve vazîfesine devâm etti.
Mevlânâ Hâlid hazretleri hayâtının son senesinde
Ramazân-ı şerîf ayının son gününde halîfeleri ve sevenlerineKudüs'e gitmek
istediğini bildirdi. Talebeleri bu habere çok sevindiler. Fakat Şevvâl ayı
içerisinde tâûn salgını, vebâ hastalığı ortaya çıktı. Talebeleri; "Kudüs'e
gitmenin tam zamânıdır." dediler. Onlara buyurdu ki: "Şimdi üzerinde durduğumuz
mesele, tâuna karşı sabırlı olmaktır. Bunun sevâbı, istediğiniz şeyden daha
çoktur." Tâunla şehîd olup gitmenin fazîletinden ve iyiliğinden bahsetti.
Tâûndan ölenlerin şehîd olacağı hakkında hadîs-i şerîfleri okuyarak bu yüksek
dereceye kavuşmak istediğini bildirdi.
O sırada birisi gelip; "Efendim duâ edin de bana
tâûn bulaşmasın." diye yalvarınca, ona duâ ettiler. O kişi kurtuldu. Kendileri
için ise; "Rabbime kavuşmayı istememekten hayâ ederim." buyurdu.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin Muhammed
Behâüddîn isimli beş yaşındaki oğlu bu sene tâûn hastalığına tutulup vefât
etti. Onun vefâtını haber alınca, buyurdu ki: "Ey Rabbim! Bu musîbete sabır ve
genişlik verip, beni sevinçle rızıklandırdın. Önümde rûhunu aldın. İnşâallah
yüksek katınızda büyük bir nasîbi olur. Oğlum Behâüddîn mıknatısımızdır. Bizi
kendisine çeker. Biz ona uyarız. Vekîlimizdir." buyurdu. Nûrlu yüzlerinde
sevinç doğmuştu. Merhum oğluna sabır ve tahammül etmenin fazîletlerini içine
alan sohbet ve vâza başladı. Âhirete göç eden bu temiz yavrunun Kâsiyûn
Dağındaki bir tepeye defnolunmasını emretti. Bu yere bundan evvel kimse
defnolunmamıştı. Şeyh İsmâil ve Şeyh Muhammed Nâsih hazretlerine techiz ve
tekfinini emir buyurdu. Cenâze yıkandıktan sonra, müslümanların omuzlarında,
adı geçen yere götürüldü. Bizzat Mevlânâ Hâlid hazretleri imâm olup, cenâze
namazını kıldırdıktan sonra defneylediler.
Behâüddîn'in vefâtından sonra, diğer oğlu
Abdürrahmân da aynı sene içinde taûndan vefât etti.Abdürrahmân gâyet zekî,
merhamet sâhibi, akıllı bir çocuktu. O da defin hazırlıkları bitinceKâsiyûn
isimli tepeye, kardeşi Behâüddîn'in mezârının kuzey tarafına defnedildi. Çok
kalabalık bir cemâat cenâzesinde bulundu.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, son
zamanlarına doğru, yanlarında bulunan emânet kitapları sâhiplerine vermek için
ayırmaya başladılar. Bir ara talebelerinden birini gönderip, Şeyh İsmâil
Enârenî'yi çağırttı. Ona; "Buradan hiç bir yere çıkmam. Ancak oğlum
Behâüddîn'in yanına gitmeyi isterim." buyurdu. Şeyh İsmâil; "Efendim güneşin
harâretinden oraya gitmek ve orada oturmak mümkün olmaz." deyince Mevlânâ Hâlid
hazretleri; "Güneşin harâreti bize zarar vermez." buyurdu. Sonra kütüphânesinin
önünde oturdu ve; "Ey İsmâil! Beni dinle, aslâ muhâlefet etme. Vefâtımdan
sonra, çoluk-çocuğum, fıkıh kitaplarım, diğer hukûkî işlerim için yerime vasî
olarak, İsmâil Enârenî'yi tâyin ettim. Ondan sonra Muhammed Nâsih,
sonraAbdülfettâh, ondan sonra da seni seçtim. Malımın üçte birini namaz
borcumun iskâtı için ayırın. Bir su sarnıcı inşâ edin. Ben zannederim ki,
ümmetin iyi zâtlarından bâzı ihlâs sâhipleri, bu makâmda, sevdiklerimiz için
dergâh binâ ederler. Malımın üçte birinden geri kalanı da, kapımızdaki fakir ve
yoksullara verilsin. Ölümümden daha büyük bir musîbet size gelmez. Ona karşı
sabır ve tahammül gösteriniz. İnsanlarla münâkaşa etmeyiniz." buyurdu.
Şeyh İsmâil de; "Efendim, bugün kalblerimizi hüzün
ve kederle doldurdunuz. İnşâallah bu emir gelmez de ömrünüz uzun olur." dedi.
Mevlânâ Hâlid hazretleri; "Ey İsmâil! Biz Şam'a ancak ölmek için geldik. Buraya
geliş gâyemiz bundan başka bir şey değildir. Cenâb-ı Hak, Beyt-i mukaddesi ve
Nebiyy-i zîşânı ziyâreti ve Hâcc-ı ekberi, bize geçmiş senelerde nasîb etti.
İnşâallah saâdet-i ebediyyeye nâil oluruz. Başka bir şey istemiyoruz. Bâzı
inkârcıların size yapacağı ezâ ve cefâdan korkuyoruz. Bilhassa falan kimsenin
ezâ ve cefâsından korkuyoruz. Hak teâlâya yalvararak duâ ediyoruz ki, size
eziyet verecek olan o kimse fazla yaşamasın. Çünkü sevdiklerimize iftirâ ederek
zahmet verir." buyurdu. Buyurdukları gibi, kendilerinden kısa bir müddet sonra
o kimse öldü.
Bir gün Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, Şeyh
İsmâil Gazzî'ye buyurdular ki: "Bütün kitaplarımı vakfettim." O esnâda içeriye
Şeyh Muhammed Nâsih Efendi girdi ve; "Efendim Seyyid Hüseyin Efendi ve
berâberinde bâzı âlim zâtlar, size tâziyeye geldiler." dedi. Daha sonra onları
karşılayıp, oturmalarına müsâade ettiler. Oğlu Abdurrahmân için tâziyelerini
kabûl etti. Ziyâretçiler gidince, Şeyh İsmâil Efendi de izin alıp ayrılmak
istedi. Mevlânâ hazretleri: "Bugün burada kalınız." buyurdu. Sonra da;
"İnsanların; "Mevlânâ Hâlid kerâmet izhar ediyor." demelerinden korkmasaydım,
bütün arkadaş ve dostlarımla vedâlaşırdım. Bu Cumâ gecesi gideceğimizi
zannediyorum." buyurdu. Daha sonra kendisine yemek getirildiğinde; "Bu ve
bundan başka yemeklerden yiyemeyeceğim, ölümü isteyen hem de yemek yiyen hiç
bir kimse gördünüz mü?" buyurdu. Uzun bir müddet dünyâ yemeklerinden yemedi.
Sonra; "Dünyâ yemeklerine doymuş olduğum hâlde, Rabbime kavuşmayı arzu etmem."
diyerek, evlâdı ile şakalaşan bir baba gibi, ayaklarını evin içinde yere vurdu.
Bundan önce böyle bir hâl kendilerinden görülmemişti. Sonra kitapların
bulunduğu yere gitti. Emânet aldığı kitapları sâhiplerine göndermeye başladı.
Çoluk-çocuğuna teker teker nasîhat ve vasiyet ederek vedâlaştıktan sonra; "Biz
bu Cumâ gidiyoruz." buyurdu.Sonra mescide vardı. İkindi namazını kıldıktan
sonra, medresenin olduğu tarafa yöneldi. Kapısına geldiklerinde, sevdiklerinden
İsmâil Gazzî'yi yanına çağırıp iltifât etti.Kütüphânesinin önünde oturdu.
Önceki vasiyetini ve nasîhatı tekrar etti. Çoluk-çocuğuma hoş nazarla bakınız.
Seçtiğim vasîm Şeyh İsmâil Enârenî'dir. Benden sonra irşâd vazifesinde
bulunacak seçtiğim talebemdir. Bu husûsu hiç kimse hatırından çıkarmasın."
buyurup, İsmâil Gazzî'ye: "Bana kalemi ver, vakıf şartlarını yazayım." buyurdu
ve mübârek ellerine kalem alıp; "Bu kitapları Allah için vakfettim. Vakfımın
şartları şunlardır." diyerek şartlarını yazdı. Sonunda da; "Bu yazılan
şartlarla vakfettiğim kitaplarımın küçük bir tânesini de olsa değiştiren,
noksanlaştıran kimseler üzerine; Allah'ın, meleklerinin ve bütün insanların
lâneti yağsın." buyurdular. O esnâda talebelerinden olan Hanefî mezhebi fıkıh
âlimlerinin büyüklerinden Seyyid Muhammed Emîn ibni Âbidîn içeri girdi ve bâzı
sorular sordu. Mevlânâ Hâlid hazretleri, her soruya cevap verdikten sonra da,
hangi kitaplarda olduğunu söyledi ve bu arada; "Şu kitabı getirin." buyurdu. O
kitaptaki delîllerini de gösterdi. O zaman İbn-i Âbidîn hazretleri; "Efendim!
Dün gece rüyâmda hazret-i Osman'ın vefât etmiş olduğunu gördüm. Çok büyük bir
kalabalık oldu. Cenâze namazını ben kıldırdım." diyerek rüyâsını anlattı.
Mevlânâ Hâlid hazretleri de; "Ey İbn-i Abidîn! Yakında ben vefât ederim. Sen de
kalabalık bir cemâat ile cenâze namazımızı kıldırırsın, çünkü ben, hazret-i
Osman'ın evlâdındanım." buyurdu. İbn-i Âbidîn bunu duyunca çok üzüldü ve
rüyâsını anlattığına çok pişmân oldu.
Daha sonra Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî hazretleri,
sevdiklerine şöyle vasiyette bulundu: "Muhammed aleyhisselâmın sünnetine
uyunuz. Üzerinde bulunduğumuz doğru yol üzere olunuz. Karşılaşacağınız
güçlüklere sabr ve tahammül gösteriniz. Bizim vefâtımızdan daha büyük musîbet
size ulaşmaz. Şekil ve şemâilimi sayarak, bağırıp çağırarak ağlamak sûreti ile,
rûhuma zahmet vermeyiniz. Etrafa mektuplar yazarak, vefâtıma hiçbir kimsenin
üzülmemesini ve ağlamamasını tenbih ediniz. Beni seven ve bana muhabbet eden,
Allah rızâsı için kurban kesip sevâbını benim rûhuma göndersin. Rûhuma Kur'ân-ı
kerîm ve Fâtihalar, kıymetli duâlar göndersin. Dünyâ sevgisi ile gönülleri
dolanlar gibi sakın siz de; "Sadakaya muhtaç değilim. Ancak Fâtiha ve İhlâs-ı
şerîflere muhtâcım." demeyiniz. Benim için iyiliklerde bulununuz. Sadaka
veriniz. Sizi bize yaklaştıracak işler işleyiniz. Ömrümüz elliye ulaşmıştır.
Otuz beş senelik farzları iskat edersiniz. Ömrümüzde kuşluk ve teheccüd
namazlarını diğer beş vakit farz namazlar gibi hiç terk etmedik. Ey İsmâil,
talebe ve arkadaşlarımın kıymetini biliyorsun. Onlara sıkıntı verecek şeylerden
sakın. Zannederim ki, yakın zamanda talebelerim için bir dergâh inşâ edilir."
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri bu nasîhatleri
yaptığında, sıhhatleri ve âfiyetleri yerindeydi. Sonra evlerine girdiler. Uzun
zaman evden çıkmadıkları görülünce, talebeler, evinin hizmetçisinden haber
sorup, içeri girmek ve mübârek cemâlini görmek arzularını bildirdiler. İçeri
girmemeleri hakkında haber gelince, talebeleri bir hüzün ve elem kapladı. Bir
daha yanlarına girmemek şartı ile tekrar izin istediler. O zaman içeri
girilmesine müsâade ettiler. İsmâil Efendi berâberlerinde olduğu hâlde, yirmi
kişi huzurlarına girip, ziyârette bulundular. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî
hazretleri, sağ yanlarına yatmış bir vaziyette murâkabe hâlindeydi. Hâl ve
hatırları sorulunca, teşekkür ve iltifât olarak gözlerini açıp, fazla
kalmamalarını ve fazla konuşmamalarını işâret ettiler. Talebelerinden İsmâil
Efendi; "Efendim zât-ı âlileriniz su isterler mi?" dedi. Mevlânâ Hâlid
hazretleri hâl ile; "Dünyâ ve içindekilerden vazgeçtim. Şu anda Hak ile
meşgûlüm." demek istediler. Bu hâllere şâhid olanların hepsi, mübârek ellerini
öpüp, titreyerek ve büyük bir şaşkınlık içinde dışarı çıktılar. Dışarıda başka
talebeler ve sevenleri, Mevlânâ Hâlid hazretlerinin hâlinin nasıl olduğunu
haber almak için bekleşiyorlardı. Onlara gördüklerini anlattılar.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, o gece
yatsıdan sonra çoluk-çocuğunu yanlarına çağırdılar. Onlara hitâben; "Hepinize
hakkımı helâl ettim. Birbirinizden ayrılmayınız. Vefâtınıza kadar bu evde
kalınız." buyurdular. Abdest alıp bir mikdâr namaz kıldıktan sonra; "Şu anda
tâuna tutuldum." buyurdular. Mübârek yüzleri sarardı. Sabahleyin de
çoluk-çocuğuna dönerek tekrar; "Bundan sonra beni meşgûl edip benden bir şey
istemeyiniz. Bir şey isterseniz vekîlimden isteyiniz. Beni Hak'la meşgûl
olmaktan alıkoymayınız. Hiçbir kimse ile sohbet etmek istemiyorum. Rabbim ile
meşgûlüm. Yanımda hiç kimse bulunmasın."Göz uçları ile kıbleye yönelip sağ yanı
üzere yatarak, murâkabe ve Allahü teâlânın kudretini tefekkürle meşgûl olmaya
başladı. Hastalığının şiddetinden; "Ah! vah!" gibi sesler aslâ duyulmayıp, her
azâsından, hattâ mübârek saçlarından Hakk'ın zikrinin belirtileri görülüyordu.
1826 (H. 1242) senesi Şevvâl ayının yirmi altıncı günü müezzin ezân okumağa
başladığında, Mevlânâ Hâlid hazretleri Fecr sûresinin son âyetlerini okudu.
Meâlen; "(Sonra Allah mümin kimselere şöyle buyurur): "Ey (îmânda sebât
gösteren Allah'ı anmakta huzûra kavuşan) mutmainne olan nefs, dön rabbine
(Cennet'le sana hazırladığı nîmetlere) sen O'ndan (sana verdiklerinden ötürü)
râzı, O da senden (îmânın sebebiyle) râzı olarak. Haydi gir (sâlih) kullarımın
içine. Gir Cennet'ime." Bu âyet-i kerîmeleri okuyup bitirdikten sonra, mübârek
rûhları Cennet-i âlâya uçtu ve Allahü teâlâya kavuştu.
Kapısında bulunan âbidler, talebeleri, sevdikleri,
vefâtlarını işitince, müteessir olarak kendilerinden geçtiler. Talebelerinden
İsmâil Efendi, oradakilere; "Evliyânın vefâtı, bir evden öteki eve gidişi
gibidir." hadîs-i şerifini naklederek, nasîhatte bulundu. Talebelerinin önde
gelenlerinden İsmâil Efendi, Muhammed Nâsih, Ahmed Efendi,Ahmed Mekkî Efendi,
Muhammed Sâlih Efendi ve Şeyh Abdülkâdir Efendi berâberce Mevlânâ Hâlid
hazretlerinin vefât ettiği odasına girdiler. Onu sâf ve temiz, ebedî istirahata
çekilmiş bir şekilde görünce, mübârek ayaklarından öpüp göz yaşı döktüler. Daha
sonra Şeyh İsmâil Efendi; "Kendimi, öldükten sonra dirileceğimiz yer olan haşr
meydanında sanmıştım. Mevlânâ Hâlid Efendimizin yüzleri, gözleri kamaştıracak
derecede nûrluydu. Her hâli ile nûr saçışları, velîliğine işâret ediyordu."
dedi. Şeyh İsmâil sözlerine devamla; "Elini öptüğüm zaman, mübârek terlerinin
misk gibi koktuğuna şâhid oldum. Böyle hoş koku şimdiye kadar koklamış
değildim. O güzel kokuyu yüzüme ve gözüme sürmeye başlamıştım. Cân ve gönlüm,
şeker lezzeti bularak hayat buldu." diyerek o günkü hâllerini anlattı.
Cenâze namazını, talebesi olmakla şereflenen ve;
"Beş vakit namazda Ettehiyyâtü okurken Resûlullah efendimizi baş gözüyle
görmezsem, o namazımı iâde ederim." diyen, Hanefî mezhebinde büyük fıkıh âlimi
Seyyid Muhammed Emîn İbn-i Âbidîn kıldırdı.
Mevlânâ Hâlid hazretleri; uzuna yakın boylu, iri
yapılı, buğday tenli, burnunun ortası yüksekçe, gözleri iri ve siyah, sakalı
sünnete uygun olup, siyahı beyazından fazlaydı. Güleryüzlü, kolları uzunca,
geniş göğüslü, vakarlı ve çok heybetliydi.
Birçok peygamberin, âlim ve evliyânın kabrinin
bulunduğu Kâsiyûn Dağı eteğindeki kabristana defnedilen Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî
hazretlerinin kabri üzerine daha sonra türbe yaptırıldı. Bu türbesi sevenleri
tarafından ziyâret edilmektedir.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin dört oğlu
vardı. Bunlardan Şihâbüddîn Efendi babasının sağlığında ikenBağdât dönüşü
sırasında Urfa'da vefât etti. Muhammed Behâüddîn ve Abdurrahmân Efendi
ismindeki iki oğlu da babalarının vefât ettiği sene tâun hastalığından Şam'da
vefât ettiler. Dördüncü oğlu Necmeddîn Efendi babasının vefâtından sonra
dünyâya geldi. Uzun müddet yaşadı. Onun da iki oğlu olup, Mevlânâ Hâlid
hazretlerinin nesli bunlardan devâm etti.
Ömrünü İslâmiyeti öğrenmek ve öğretmekle geçiren
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri pekçok talebe yetiştirip, İslâm
memleketlerine gönderdi. Onun sohbetlerinde ve ilim meclislerinde yetişen âlim
ve velîlerden bâzıları şunlardır: Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin medrese
arkadaşı Seyyid Abdullah-ı Şemdînî, Şeyh Muhammed Hâfız Urfalı, Şeyh Ahmed
Eğribozî, FeyzullahErzurûmî, Kuzey Afrika'dan gelip feyzlerine kavuşan Şeyh
MuhammedMağribî, Şeyh Seyyid EsadSadrüddîn, Müftî Hayderî Bağdâdî, Şeyh
Abdurrahmân Rûzbehânî, AbdullahCeselî, Şeyh MuhammedKudsî Bozkırî, Osman-ı
Kürdî Tavîlî, Ubeydullah Hayderî, İbrâhim Fasih Hayderî, Muhammed-iCedîd,
Seyyid Abdülgafûr Efendi, Mûsâ Cûbûrî, İsmâil Enârenî, Abdullah-ı Herâtî,
Abdülfettâh-ı Akrî, Abdullah Erzincânî Mekkî, İsmâil Şirvânî, İsmâil Berzencî,
MollaEbû Bekr-i Bağdâdî, Abdülgafûr Kürdî, Muhammed Meczûb İmâdî, Şeyh Hasan
HâfızKozânî, Şeyh Hâlid-i Cezîrî, Seyyid Tâhâ-yıHakkârî, Ahmed Hatîb Erbilî,
İsmâil-i Basrî, Şeyh Yûsuf-i İslâmbolî, Muhammed Hânî Şeyh Fırakî, Tâhir-i
Akrî, Şeyh Tekrîtî, Mûsâ Bendenîhî, Âşık-ı Mısrî, Hasan-ı Kudsî, Hüseyin Vâiz
Malâtî, Ahmed Hicâr Halebî, Sâlih Kazzâz-ı Dımeşkî, Ahmed Bikâî, Ahmed bin
Süleymân Trablûsî Ervâdî, Şeyh Ahmed Tevzeklî, ilim ve fazîlet sâhibi Mücâhid
Şeyh Şâmil-i Dağıstânî, Abdurrahîm Bustânî Hamevî, Ahmed Kürdî Zemlikânî, Ahmed
Kürdî, Şeyh Ali Palurî, Şeyh İsrâil Ezrâî.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin icâzet ve
hilâfet verdiği bu zâtlar Mekke, Medîne, Kudüs, Şam, Haleb, Irak, Bağdât,
Basra, Kerkük, Erbil, İmâdiye,Cezîre, Şemzîn (Şemdinli), Mardin, Ayıntab, Urfa,
Diyarbakır, Anadolu'nun birçok şehirleri, İstanbul, Hindistan, Afganistan,
Dağıstan (Kafkasya), Mâverâünnehr, Mısır, Umman, Mağrib, Girit ve diğer İslâm
memleketlerine gidip İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlattılar. İnsanlar bu
zâtların vesîle olmasıyla dünyâ ve âhiret saâdetine kavuştular.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, çeşitli
ilimlerde eserler yazdı. Bilhassa İrâde-iCüz'iyye Risâlesi'nin bir benzeri o
zamâna kadar yazılmamıştı. Râbıta Risâlesi'nin bir çok şerh, tetimme ve
tâlikleri vardır. Hele Fârisî dil ile yazdığı, ince rûhunun terennümlerini
bildiren Dîvân'ı, bir şâheserdir. Okuyanlar, zekâsının kuvvetini, görüşünün
keskinliğini, aklının üstünlüğünü, kalbinin temizliğini, sanatkârâne üslûbunu,
evliyâlıktaki derecesini ve muhabbetinin çokluğunu görür. Eserlerinden biri de
Îtikâdnâme olup bu kitap, İslâmın beş şartını ve îmânın altı şartını
bildirmektedir. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri bu eserini Farsça olarak
yazıp, Îtikâdnâme adını verdi. Mevlânâ Hâlid hazretlerinin kardeşi, büyük velî
Mevlânâ Mahmûd Sâhib'in talebelerinden Kemahlı Hâcı Feyzullah Efendi de, bu
kitabı Türkçe'ye tercüme ederek, Ferâid-ül-Fevâid ismini verdi. Her müslümanın
okuması ve çoluk-çocuğuna okutması gerekli olan bu eser, İhlâs Holding A.Ş.
yayınları arasında, Herkese Lazım Olan Îmân ismiyle neşredilmiştir. Ayrıca
bunun Almanca, Fransızca, İngilizce ve Arapça tercümeleri de yapılarak
bastırılmış, İhlâs Vakfı tarafından bütün dünyâya dağıtılmıştır.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin bir de
Câliyet-ül-Ekdâr adında, salevât-ı şerîfe kitabı vardır. Okunması, keder ve
üzüntüleri giderir. Bundan başka; Cem'ul-Fevâid min Câmi'il-Usûl ve
Mecmeu'z-Zevâid, Hayâlî Hâşiyesi, Şerh-ur-Remlî Hâşiyesi, Risâletün fil-İbâde,
Arabî ve Fârisî Mektûbât, Risâletün fi Isbât-ır-Râbıta, Risâletün fî
Âdâb-il-Mürîd Maaşşeyhihî, Risâletün fit-Tarîk, Makâmât-ı Harîrî Hâşiyesi (tam
değil), Zemahşerî'nin Etbâk-üz-Zeheb'i üzerine Fârisî bir şerh, Siyâlkûtî
Hâşiyesi, Şerh-i Akâid-i Adudiyye, El-Ikd-ül-Cevherî fil-Farkı Beyne Kesbey
il-Mâtürîdî vel-Eş'arî vb.dir.
İNCE MESELELER
Süleymâniye'nin meşhûr âlimlerinden bâzısı,
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerini, aklî ve naklî ilimlerin en zor ve ince
meseleleri ile mağlub etmek istediler ise de, kendileri yenildiler. Yanlarında
câhil gibi kaldılar. Çâresiz kalıp, Irak'ın her bakımdan en büyük âlimi olan ve
hüccet-ül-İslâm denen Şeyh Yahyâ Mazûrî İmâdî'ye mektup yazıp; "Süleymâniye
âlimleri tarafından, din ve dünyâ ilimlerinin allâmesi, müslümanların hücceti,
efendimiz, üstâdımız Yahyâ Mazûrî İmâdî hazretlerinedir. Hak teâlâ müslümanları
uzun hayâtınızla bereketlendirsin. Şehrimizde,Hâlid isminde bir zât zuhûr
eyledi. Hindistan'a gidip geldikten sonra, vilâyet-i kübrâ ve insanları irşâd
dâvâsında bulunuyor. Bu zât, din ilimlerini mükemmel bir sûrette tahsîl
ettikten sonra, terk eyledi. Yanlış yollara saptı. Bizler onu ilimde yenemedik.
Büyüğümüz sizsiniz! Bu tarafa gelip, yanlışlığını ve zararlarını def edip, onu
yenmeniz, üzerinize vâcibdir. Gelmeyecek olursanız, bu fikirleri bütün
insanlara ve diğer şehirlere yayılacaktır." dediler.
Bu mektup, Şeyh Yahyâ'nın eline geçince, bâzı
talebesi ile birlikte, Süleymâniye yolunu tuttu. Şehre yaklaşınca, bütün
âlimler, karşılamağa çıkıp, eline yüz sürüp, herbiri kendi evine dâvet ettiyse
de, kabûl etmedi ve; "Bu saatte o zâtla görüşmem lâzımdır." deyip, Mevlânâ
Hâlid-i Bağdâdî'nin hânekâhına gitti. O devlethâneye girince, Mevlânâ Hâlid
hazretleri kalkıp kapıda karşıladı ve müsâfeha ettikten sonra, yanlarına
oturttu. Şeyh Yahyâ'nın kalbinde, bir takım ince ve zor meseleler vardı.
Bunları sorup imtihan edecekti. Daha ağzını açmadan, hazret-i Mevlânâ, Şeyh'e
hitâben; "Din ilimlerinde çok müşkil meseleler vardır. İşte biri şudur ve
cevâbı budur; diğeri şudur, cevâbı budur." buyurup, Şeyh'in kalbindeki bütün
suâlleri ve cevaplarını söyledi.
Şeyh Yahyâ bu mübârek zâtın evliyânın
büyüklerinden olduğunu anladı. Tövbe edip talebelerinden oldu. İftirâcılar bunu
duyunca perişân oldular. Mevlânâ hazretleri, Şeyh Yahyâ'yı çok severdi.
EMÂNETİMİZİ
VERİN
Hacı Halîl Efendi, Sultan Mahmûd Hanın saray
hizmetçisiydi. Halil Efendi hacca gitmeye niyet etti. İstanbul'dan Üsküdar'a
geçtiğinde, Üsküdar mezârlıklarının içinden bir zât, elinde bir mektup olduğu
hâlde hızlı adımlarla ona doğru koşarak geldi ve:
"Aman HacıHalîl Efendi şu mektubumu al! Lütfen
Şam'a vardığınızda, velîlerin önderi, âriflerin büyüğü Mevlânâ Hâlid-iBağdâdî
hazretlerine ver. Buyurduklarını ve mektubu verdiğiniz târihi de unutmayınız.
Döndüğünüzde cevâbı alırız." dedi ve yine kabristanlığa doğru yürüyüp
uzaklaştı.
Halîl Efendi Şam'a gidip, vâlinin konağına misâfir
oldu. O akşam Mevlânâ Hâlid hazretleri, hizmetçisine feneri hazırlamasını
emredip, vâlinin konağına gideceklerini bildirdi.Konağı teşriflerinde vâli
hürmetle karşılayıp; "Efendim, teşrifinizden çok memnun olduk. Bunun bu gecede
olmasının bir hikmeti olsa gerek." dedi. Halîl Efendi de orada idi. Mevlânâ
Hâlid hazretleri bir müddet oturup sonra ayağa kalktılar ve; "Gidelim."
buyurdular. Vâli ve HacıHalîl Efendi de saygıyla kalktı. Mevlânâ Hâlid
hazretleri gitmekten vazgeçip durdu. Az sonra tekrar kalktılar. Bu hâl üç defâ
tekrar etti. Mevlânâ Hâlid hazretleri son defâ kalktıklarında, HacıHalîl
Efendiye dönerek; "HacıHalîl Efendi! Bizim sizde bir emânetimiz vardır."
buyurdu. Halîl Efendi de; "Efendim böyle bir emânet yoktur." dedi.Mevlânâ Hâlid
hazretleri tekrar; "Elbet olacak. Cebinize ve eşyânıza baksanız." buyurdu.
Halîl Efendinin hatırına mektup gelmeyince; "Halîl Efendi! Üsküdar
kabristanlığından geçerken, şöyle şöyle bir zât size bir mektup vermişti."
buyurdu. Hacı Halîl Efendi hatırladı ve derhal mektubu çıkarıp verdi. O zaman
Mevlânâ Hâlid hazretleri buyurdu ki: "Hacı Halîl Efendi bizimdir (bizim
misâfirimizdir)." Vâli de; "Biz köleniz deEfendimindir." dedi. Mevlânâ Hâlid
hazretleri; "O başka." buyurdular ve birkaç defâ; "Hâcı Halîl Efendi bizimdir."
buyurunca, Hacı Halîl Efendi: "İnşâallahü teâlâ hacdan sonra efendimizin
ayaklarının toprağına yüz sürerim (ziyâret edip misâfir olurum)." dedi. O zaman
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri; "Hacdan sonra gelirseniz bizi
bulamazsınız." buyurdu. Hacı Halîl Efendi de; "İnşâallah buluruz." dedi.
Mevlânâ Hâlid hazretleri; "Nasîb!" buyurdu. Daha sonra mektubu açıp okudu ve;
"Bize hüsn-i zan etmişler. Zannettikleri gibi olsun." buyurdu.
Halîl Efendi hacdan sonra bizi bulamazsınız
buyurmasının hikmetini anlayamayıp Hicaz yoluna koyuldu. Mekke-i mükerremeye
geldi. Kalabalık bir topluluğun cenâze namazı kıldığını gördü. Onlara; "Ortada
cenâze yok. Kimin namazını kılıyorsunuz?" diye sordu. Onlar da: "Şam-ı şerîfte
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri vefât etti. Onun namazını kılıyoruz."
cevâbını verdiler. Bu vefât haberini alınca, Halîl Efendi kendine geldi.
Mevlânâ Hâlid-iBağdâdî hazretlerinin kerâmetini anladı. Haccı edâdan sonra,
Şam'a oradan da İstanbul'a gitti. Üsküdar'a geldiğinde kabristanlığın kenarında
mektubu veren zâtı gördü. O zât Halîl Efendiye; "Efendim! Siz mektubu verdiniz,
bizim de işimiz oldu." deyip, kabristanlığa doğru uzaklaştı.
EN SEVGİLİ
OLANINIZ
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî, bir sohbeti sırasında
talebelerine ve sevenlerine buyurdu ki:
"Size önemle sünnet-i seniyyeye yapışmanızı;
câhiliye âdetlerinden ve pek aşağı olan bid'atlerden sakınmanızı; gösterişe
kapılmamanızı; halktan, bedeni beslemeye çok ehemmiyet verenlere, kendilerinden
bir şey beklemek sûretiyle makam ve mevkî sâhipleri ile görüşmeyi terk etmenizi
tavsiye ederim. Çünkü bu şekilde onlarla görüşmek, onların lekelendiği şeylerle
sizin de lekelenmenize sebeb olur. Yapmak mecburiyetinde olduğunuz iki bozuk
işle karşılaştığınızda en hafif olanını yapmak lâzımdır. Devlet reislerine dil
uzatmayınız, onların iyilikleri için duâ ediniz. Çünkü onların iyiliği, sizin
iyiliğinize vesîle olur. Şunu iyi biliniz ki, sizin bana en sevgiliniz; dünyâ
ehline alâkası en az olanınız, başkasına yük olmayanınız, fıkıh ve hadîsle
meşgûl olanınızdır."
1)
Reşehât Aynü'l-Hayât; s.160
2)
Hadâikü'l-Verdiyye; s.223
3)
İrgâmü'l-Merîd; s.78
4)
Şemsü'ş-Şümûs Tercümesi
5)
Mecd-i Tâlid Tercümesi
6)
Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1081
7)
Hadîkatü'l-Evliyâ; s.155
8)
Sefînetü'l-Evliyâ; c.2, s.162
9)
Eshâb-ı Kirâm; (14. Baskı) s.165
10)
Herkese Lâzım Olan Îmân
11)
Osmanlı Müellifleri; c.1, s.66
12)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.18, s.77-125
13)
Rehber Ansiklopedisi; c.7, s.54
14)
Esâvirü'l-Ascediyye fil-Meâsiri'l-Hâlidiyye; SüleymâniyeKütüphânesi, Bağdatlı
VehbiKısmı, 1659; Esad Efendi Kısmı, 2516
15)
Asfa'l-Mevarid min Selsâl-i Ahvâl-i İmâm-ı Hâlid; Süleymâniye
Kütüphânesi,Abülganî Ağa Kısmı
|