Fethullah
Gülen hocayla yapılan röportajın yankıları devam ediyor. Üsame b. Ladin’in
“dünyada en sevmediği insanlardan bir tanesi” olduğunu söylerken onu ortaya
çıkaran şartların hazırlayıcıları hakkında susmayı tercih eden, bir arkadaşına
İsrailliler tarafından teklif edilen “barış komisyonu” yönetim kurulu üyeliği
teklifine Filistinli bir silah tüccarının mani olduğunu söyleyerek barışı
Filistinliler’in baltaladığını söylemeye getiren Hocaefendi daha başka şeyler de
söylüyor. Ancak bugün onun söyledikleri üzerinde değil, onun söyledikleri
üzerine yapılan bir yorum üzerinde durmayı tercih
edeceğim.
Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Bekir Karlığa,
Hürriyet’e verdiği mülakatta aynen şöyle demiş:
“İslam’ın temel anlayışı, Allah’ın
varlığı ve birliğine dayanır. Birliği konusunda değişik spekülasyonlar olsa da,
varlığını kabul ettikten sonra, gerisi üzerinde fazla durmaz İslam. Hatta,
Allah’ın varlığından da öte, Hz. Peygamber’i kabul etmeyenlere bile hoşgörülü
davranır. Nitekim bir hadiste, ‘Allah’tan başka ilah yoktur diyenler cennete
girecektir’ denilir. Bu hadisten dolayı İslam bilginleri Hıristiyanların,
Yahudilerin, Zerdüştilerin, hatta Budist gibi herhangi bir şekilde bir tanrıya
inananların cennete gireceklerini kabul ederler. Halbuki, Kur’an
tanrıtanımazlığa karşı derin bir hassasiyet göstermektedir. (...). Her çağ, dini
metinleri kendisine göre yorumlama yetkisine ve imkânına sahiptir...”
Prof.
Dr. Karlığa’nın sözlerinden anlaşılan şu:
1.
Allah’ın varlığını kabul etmekle birlikte, O’nun yanında başka ilahların
varlığına da inanarak “şirk”e düşmüş olmak İslam’ın ehemmiyet verdiği bir husus
değildir.
Hoca
bunu söylerken “Muhakkak ki Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun
dışında olanları dilediği kimse için bağışlar” (4/en-Nisâ, 48) ayetinin
varlığından ve dahi “müşrik”te de “Allah inancı” bulunmakla birlikte, bu inancın
“şirk”e bulandığı için muteber olmayacağından elbette habersiz değildir.
Öyleyse
Kur’an’ın ve Hz. Peygamber ilk ve en önemli mücadelesinin müşriklere karşı
verilmiş olmasını, yukarıda yer alan, “Her çağ, dini metinleri kendisine göre
yorumlama yetkisine ve imkánına sahiptir” yargısında aramak durumundayız. Yani
demek ki Kur’an’ın temel hedefi olan “şirkle mücadele” ile ilgili ayetler bu
çağın “kendisine göre” yorumuna tabi tutulduğunda tersyüz
edilebilecektir!!!
2.
İslam’ın, Hz. Peygamberin peygamberliğini tanımayanlara hoşgörülü davranması,
onların da cennete buyur edileceği anlamına geliyor Hoca’ya göre. İşte burada
işler birbirine iyice karışıyor. Benim Hoca’nın yukarıdaki paragrafından
anladığım şu: Allah’a şirk koşanlar cennete gideceği gibi, Hz. Peygamber
(s.a.v)’e inanmayanlar da cennete gidecektir.
Meseleyi
böyle “cımbızlama” yöntemiyle ele alacak olursak Hoca’nın fena halde yanıldığını
söylemek durumunda kalacağız. Zira Kur’an, ebedî kurtuluş için ne Allah, ne de
Peygamber inancı arar ve şöyle der: “O gün ne mal fayda verir, ne de evlatlar.
Ancak Allah’a selim bir kalp ile gelen müstesna.” (26/eş-Şu’arâ, 87)
Öyleyse
Karlığa hoca’nın “İslam’ın temel anlayışı, Allah’ın varlığı ve birliğine
dayanır” demesinin herhangi bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Bu durumda birisi
kalkıp da, bu ayete dayanarak “Din taassubuna gerek yok; İslam’a göre de her kim
kalbi temiz olarak Allah’a kavuşursa paçayı kurtarmış demektir” iddiasını
dillendirecek olursa kim ne diyebilir?
İşin
bu kısmı bir yana, yukarıdaki paragrafta benim anlamadığım bir nokta var:
Hıristiyanlar’ın, Yahudiler’in, Zerdüştîler’in, hatta Budistler gibi herhangi
bir şekilde bir tanrıya inananların cennete gireceklerini kabul eden, aklını
peynir ekmekle yemiş bu “İslam bilginleri” kim ola ki?! |