Marx, Adorno ve Schumpeter, seküler / modern Batı sivilizasyonunun ürettiği "küresel" meydan okumayı ve ortaya çıkan durumu "yaratıcı (ama) tahrip(kâr)" (creative destruction) diye tarif ederler. Gerçekten de Rönesans ve Reformasyon'dan bu yana Batı sivilizasyonu, kültürde, sanatta, düşüncede yaratıcı bir atılım gerçekleştirdi: Ama sadece bir atılım olarak kaldı bu; insanın hayatının anlamı ve niteliği konusunda yepyeni bir açılıma dönüşemedi. Tam tersi bir sonuç üretti: İnsanın, tabiatla, kâinâtla ve Tanrı'yla ilişkileri sakatlandı. İnsan, tabiata da, kâinâta da, Tanrı'ya da hâkim bir varlığa dönüştü. Yalnızlaştı. Hem kendine, hem de dünyaya yabancılaştı. Kaçınılmaz olarak ruhsuzlaştı ve canavarlaştı. Sonuç hem bizzat Batılıların kendileri için, hem de bütün bir insanlık için tam bir felâket oldu: Sömürgecilik ve emperyalizm tecrübeleriyle bütün kıtalar kontrol altına alındı; mevcut medeniyetler art arda ya yok edildi; veya hadım edilerek fosilleştirildi. 20. yüzyılın ilk yarısına gelindiğindeyse, Avrupa ülkeleri, birbirlerine girdi ve harâbu tûrab oldu. Böylelikle 1648 yılında Westfalya Anlaşması'yla birlikte kurulan Avrupa Dünya Düzeni üç yüzyıl içinde tarihe karıştı. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Birleşmiş Milletler, NATO, IMF ve Dünya Bankası gibi kurumları hayata ve harekete geçiren ABD, böylelikle dünyaya tek başına çeki düzen verecek bir sürecin temellerini attı. Avrupalılar, "uygarlaştırma misyonu" ile dünya üzerinde hegemonya kurmuşlardı. Amerikalılarsa "demokrasi, özgürlükler ve insan hakları" retoriği ile dünya üzerinde hegemonya kurmaya çalışıyorlar. Amerikalıların Soğuk Savaş döneminde bu konuda samimi oldukları yalanı üretildi: Bu süreçte totaliter, otoriter ve dolayısıyla kukla rejimlerle işbirliği yaptıkları yakıcı ve yıkıcı gerçeği hep atlandı. İslâm dünyasındaki seküler, otoriter ve totaliter projeler, tam bir fiyaskoyla sonuçlandı: İslâmî söylemler yok edilemedi; aksine kültür, sanat, düşünce, siyaset, ekonomi ve toplum hayatında İslâmî söylemler en güçlü söylemler katına yükseldi. Bunun üzerine Amerikalılar, Avrupalılar ve İsrail; Japonya, Rusya, Çin ve Hindistan'ı da -gözdağı vererek- yanla rına aldılar. Ve İslâm'ın seküler Batı sivilizasyonunun uyutucu, yutucu, köleleştirici saldırısına -henüz retoriksel ve primitif yöntemlerle de olsa- direnişini derhal durdurmak amacıyla İslâm'a karşı, postmodern (ikiyüzlü, sinsi) yöntemlerle yürütülen haksız bir savaş -Üçüncü Dünya Savaşı- başlatmaya ve Soğuk Savaş'ı derhal bitirmeye karar verdiler. Bu savaş, iki strateji üzerinden yürütülüyor: Birincisi, İslâm'ı terörle özdeşleştirme stratejisi. Bu stratejiyle, İslâm'ın dünyaya terörden başka bir şey veremeyeceğini ispatlamaya çalışıyorlar. İkincisi de, "ılımlı İslâm" denen İslâm'ı protestanlaştırma stratejisi. Bu stratejiyle, İslâm sekülerleştirilerek, Müslüman toplumların, İslâm'la ilişkileri sakatlanmaya çalışılıyor ve İslâm'ı hayatlarında bir garnitür, bir aksesuar olarak kullanmaları arzu ediliyor. İslâm'ın terörle özdeşleştirilmesinin tarihî gerçekleri nasıl da tepetaklak ettiğini söylemek bile gerekmiyor. Batılıların yüzyıllarca birbirleriyle hem de barbarca yöntemlerle kıran kırana boğuştukları ve Westfalya Anlaşması'yla birlikte dünyayı kesinkes sömürgeleştirmeye başladıkları bir zaman diliminde, İslâm'ın Endülüs ve Osmanlı medeniyeti tecrübelerinde doruk noktasına çıkan bir hak, hukuk, adalet, ilim, düşünce ve barış medeniyeti kurduğu gerçeğinin yok sayılmasına Batı'daki insaf ve vicdan sahibi her aydın şiddetle karşı çıkıyor. Sadece bir örnek vermekle yetineceğim: London Times gazetesinin bir zamanlar yayın yönetmenliğini de yapan Yahudi kökenli yazarı Simon Jenkins, İkinci Dünya Savaşı'nın 60. yıldönümü kutlamaları dolayısıyla BBC'de yayınlanan Talking Points başlıklı programda şunları söyledi: "Biz neyi kutluyoruz Allah aşkına! En az 40 milyon insanın hunharca katledildiği bir şey kutlanabilir mi? Bugün bir de utanmadan kurmaca bir terörden ba hsediyoruz. İslâm, Batı uygarlığının kurulmasında kilit rol oynamış bir medeniyettir. Biz, ortada gerçekten ciddiye alınması gereken hiçbir şey yokken, tıpkı Pearl Harbor yalanına benzer İkiz Kuleler olayı ihdas ederek, İslâm'ın terör dini olduğunu ispatlamaya çalışıyoruz. Kimseyi kandırmayalım. Yarın, tıpkı Saddam yalanında olduğu gibi bunun hesabını zor veririz. 40 küsûr milyon insanı katlettiğimizi unutmayalım. Terör budur. Kendimizi de dünyayı da kardırmayalım artık." Yorum yok… Ilımlı İslâm projesi da, İslâm'ı -iddialarını iptal ederek- bitirme numarasıdır. Bu, birincisinden daha tehlikelidir. Bir yandan postmodern, popüler ve vulger Amerikan kültürünü küreselleştirerek Müslüman toplumları da uyuşturma ve uyuzlaştırma; öte yandan da böylelikle misyoner lik faaliyetlerine müsait hale gelecek bu toplumları Hıristiyanlaştırma projeleri hayata geçirilmeye çalışılıyor. Burada amaç, Hıristiyanlaştırma değil, Müslüman kitleleri, özellikle de genç kuşağı önce uyuşturma, sonra da Hıristiyanlaştırma yoluyla İslâm'dan uzaklaştırmadır. Dünyanın önünde de, Türkiye'nin önünde de iki seçenek var: Sekülerleşmek ya da İslâm'la tanışmak. Batılılar, Japonya, Çin, Rusya, Hindistan ve Latin Amerika'yı sekülerleştirerek önce zihinsel olarak sömürgeleştirdiler; sonra da dünya üzerinde kurdukları hâkimiyeti pekiştirdiler. İslâm'ın, hem Müslüman toplumların, hem de tüm dünyanın sekülerleştirilerek uyutulmasına, uyuzlaştırılmasına ve köleleştirilmesine direnebilecek sağlam ve sahih dayanaklar ve tutamaklar sunan tek din ve dünya tasavvuru olduğu artık çok iyi anlaşıldı. Türkiye, tarihte hiç olmadığı kadar yok olma / varolma durumu ile karşı karşıyadır: Eğer Türkiye, sekülerleşmeyi tercih ederse, dünya, Batılıların kölesi olacaktır; yok eğer İslâmî iddialarına sahip çıkarak ve İslâm ekseninde siyasî, ekonomik ve kültürel işbirliği projeleri geliştirerek bu projeleri küre ölçeğinde yeni bir yörüngenin kurulması yönünde hayata ve harekete geçirebilirse, dünyanın seküler Batı sivilizasyonun uyuzlaştırıcı, yıkıcı ve köleleştirici saldırısına son verebilecek tarihî bir imkânı (yeniden) yakalamış ve dünyaya sunmuş olacak. |