Ne zamandır tartışmak/sorgulamak istediğim bir konu var. Eleştirilerden, yanlış anlaşılmaktan ve yanlış zamanlamadan endişe ettiğim için yazmadığımı itiraf etmek zorundayım. Çünkü, aylar önce konuyu yüzeysel biçimde ele aldığımda aldığım tepkiler hala hafızamda. Ancak eleştirilerin gerçekleri kamufle etmekten başka anlamı kalmadı bugün. Bazı şeyler yanlış anlaşılma endişesinin ortadan kaldıracak kadar aydınlandı. Zamanlama açısından ise geç bile kalındı. BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ve Türkiye'deki "cemaat"lerin nasıl "sivil toplum kuruluşları"na indirgendiği, bugünün Türkiye'sinde üzerinde en fazla durulması gereken konuların başında geliyor. Öyle de olacak. Önümüzdeki günlerde bu konuda oldukça yoğun tartışmaların yaşanacağını sanıyorum. Yaşanması da gerekiyor. Oldukça hassas bir konu olduğunun farkındayım. Ancak STK'ların niteliği, üstlendikleri rollerin değişkenliği, cemaatlerin bu dönüşümde nereden nereye gelmekte olduğu üzerinde ciddi bir tartışma açılması gerekiyor. Soğuk Savaş sonrası alabildiğine desteklenen STK'lar artık özgürlük alanlarının genişletilmesinin ötesinde misyonlar üsleniyor. STK'lar küresel politikalar çerçevesinde belli güçler tarafından finanse ediliyor, güçlendiriliyor, gündemleri belirleniyor ve bir dış politika aracı olarak kullanılıyor. Bulundukları toplumun beklentilerinin ötesinde amaçlar doğrultusunda yönlendiriliyorlar; Amerika'nın ve Avrupa'nın bölgesel çıkarları doğrultusunda görevler üstleniyorlar. Demokrasi ve özgürlük konusunda ise yine belli güçlerin çıkarlarıyla örtüşen alanlarda, çok dar bir alanda işlevler görüyor. Bu çerçevede, en belirgin değişim Müslüman/muhafazakar çevrelerde yaşanıyor. Soğuk Savaş sonrası örtülü gündemlerle yürütülen, 11 Eylül sonrası ise açık müdahaleye dönüştürülen İslam'ın ve İslam dünyasının kontrol altına alınmasına dönük çalışmalara paralel biçimde bu çevreler üzerinde köklü çalışmalar yapılıyor. Çalışmaların temel hareket noktası: Müslümanlar'ın kendi coğrafyaları ve dünya için kendi söylemlerini, duruşlarını, dirençlerini üretip beslemelerinin önüne geçmek; onları ehlileştirip terbiye etmek; inisiyatif alanlarını daraltmak ve onları kendi stratejileri doğrultusunda belirlenen siyasi, ekonomik ve toplumsal modellere bağımlı hale getirmek. İslami/muhafazakar çevreler, "statükoyu dönüştürme" adına bu tuzağa çok kolay düştü. Kendilerini teknik anlamda sivil toplum örgütlerine dönüştürmekten kaçınmadılar, bunun ne anlama geldiğini sorgulamadılar. Oysa cemaatlerin, bu ülkenin direnç merkezlerinin bütün dış politika perspektiflerinden, devletlerin çıkar ve tahakküme yönelik stratejilerinden uzak durmaları, söylemlerini bütün bunların üstünde tutmaları, her buhran döneminde kendi dilleriyle konuşmaları, bulundukları toplumlar için umut olmaları gerekiyordu. Onların kökleri sağlam, sarsılmaz bir çınar gibi sapasağlam durmaları, gündelik çıkar ve politikalara mahkum olmamaları gerekiyordu. Kendilerini sıradan STK'ya indirgemeleri aslında iddialarını kaybettiklerinin, söyleyecek şeylerinin kalmadığının göstergesidir. Bu çevreler isterlerse belli alanlarda STK'lar kurabilir, geliştirebilir, bunlara uluslararası kimlik kazandırabilir ve çok şey de yapabilirdi. Ama onlar kendilerini dönüştürme, kendilerini STK'laştırma yolunu tercih ettiler. Bunu belki şu an fark etmiyorlar ama yakın gelecekte artık bulundukları topraklar için çok şey ifade etmediklerini, STK'ların niteliği gereği, işlevlerin tamamlayıp bir kenara atılacaklarını göreceklerdir. Bir çoğunun uğruna kendisini yeniden yapılandırdığı BOP'un, Soğuk Savaş'tan hemen sonra geliştirilen, 1995'lerde planlaması yapılan, Joint Force Quarterly (JFQ) adıyla Institute for National Strategic Studies ve National Defense University tarafından Amerikan ordusu için çıkarılan derginin Sonbahar 1995'teki BOP özel sayısı ile duyurulan, aynı sayıda, Turkey's Role in the Greater Middle East başlığı altında Türkiye'nin üsleneceği rol hakkında ipuçları verilen tamamen askeri bir proje var olduğunu ve bizzat CENTCOM tarafından geliştirilip uygulandığını biliyoruz. Demokrasi ve özgürlük burada sadece Amerikan askeri ve siyasi çıkarları kadar var. Önce Osmanlı siyasi birikimi BOP'un emrine verildi. Şimdi bu çevrelerin bazıları aynı amaç uğruna seferber edildi. Peki neden böyle oldu? Mustafa Özel'in Anlayış dergisinin Haziran 2005 sayısındaki "İslami liberalizm, BOP ve tarih bilinci" başlıklı yazısına dikkat çekmek istiyorum. Pazar günkü Yeni Şafak'ta da aynı konuyu işleyen Özel, dönüşümün sebeplerini ve niteliğini net ifadelerle ortaya koyuyor. "Batı'nın bize biçtiği deli 'gömleklerini' itirazsız giyiyoruz. Cemaatlerimiz bile STK olup çıktı" diyen Özel, konuyu Leonard Binder'ın "Islamic Liberalism" adlı kitabında çarpıcı alıntılarla sunuyor. Müslümanların her girişimini BOP'un bir parçası olarak görme tehlikesine de dikkat çeken Özel, BOP'un 15 yıl önceden habercisi olduğunu söylediği Binder'dan şu çarpıcı ifadeleri sunuyor bize: "İslam dünyasında güçlü bir İslami liberalizm olmadan, burjuva devletleri ortaya çıksa bile, siyasi liberalizm başarılı olmaz." İslami liberalizm ise: "Kutsal kitaba dayalı geleneksel İslami yönetim anlayışını temin eden, fakat aynı zamanda liberal siyasi uygulamaları İslami geleneğin kabulüne şayan sahih bir yorumuna dayandıracak yorumcu bir çerçeve sunabilmektir." Özel'e göre gerçek niyetini gizlemeyen Binder, bugünün görevi için: "dinin, rakip bir toplumsal kuvvet tarafından kullanılmasına imkan verilmeden, burjuva ideolojisinin bir parçası haline getirilmesidir. İslam liberal kapitalizmin yörüngesine sokulmalıdır" diyor. Tartışmanın hareket noktası burası olmalı. Soros-STK bağlantıları, Avrupa ve ABD'nin Türkiye'deki muhafazakar çevreler ve STK'lar üzerindeki çalışmaları, bu çalışmaların hangi aşamada olduğu, İslam dünyasının dönüşümü ve kontrolüne yönelik stratejilerle cemaatlerin üstlendikleri rol arasında ne tür ilişki bulunduğu, hangi askeri, siyasi projelere malzeme edildiği ve daha birçok sorunun cevabı buradan hareketle bulunabilir ancak. Konjonktürel bir çıkar ilişkisi değil, köklü bir zihinsel dönüşüm tartışmaya çalıştığımız. Dolayısıyla bu dönüşümü kamufle etmeye yönelik her girişim başarısız kalacaktır. Türkiye'de "Parayı Verdi Düdüğü Çaldı" adıyla yayınlanan Frances Stonor Saunders'ın "Who Paid the Piper: The CIA and the Cultural Cold War" adlı kitabının, bu çevreler tarafından dikkatlice okunması gerekiyor. |