Çağımızda hiçbir şey göründüğü gibi değil. Çünkü medyanın hayatımızın görünür görünmez her yanına nüfûz ettiği bir zaman diliminde, bir şeyin görünen gerçek yüzü ile gösterilen yüzü örtüşmüyor artık. Medya, görüneni, gerçekte varolanı, yaşananı ve vukubulanı değil, gösterilmek isteneni, varkılınmak ve yaşatılmak isteneni, vukubulması arzulananı aktaran bir postmodern bir savaş aygıtı işlevi gören bir beyin yıkama ve yalan makinası: Yeni sömürgeciliğin keşif kolu medya artık. Gazeteci, bir olayın iç yüzünü araştıran bir figür olmaktan çıkmıştır. Böyle gazeteciler var; ama onlar, istisnâi olaylar hariç, deyim yerindeyse "nal toplayan" kişiler olarak görülüyorlar. Medyanın küreselleşmesi, gerçekten gazetecilik yapan bağımsız, hiçbir etki ve baskı altında kalmayan gazeteci figürünü ya büsbütün yok etmiştir; ya da marjinalleştirmiş; sesini kısmış ve kıstırmıştır. Artık gazeteci figürü, bağımsız, hür iradesiyle olayların iç yüzünü gün ışığına çıkaran ve etkili bir kişi değil; kendisine, servis edilmesi için "altın tepsi içinde" cilâlanarak ve daha da cilâlandırması arzusuyla sunulan yalanları kitlelere yutturmakla görevli bir "sivil asker" veya egemenlerin çıkarlarını pekiştirmekle ödevli "sivil savaşçı"dır: Kamerasıyla savaşan kişidir. Ne için? Egemenlerin egemenliklerine halel gelmesin için kamerasına izleyiciye doğrultan bir silâhşördür. Heidegger, "kamera, izleyiciye yöneltmiş bir silâhtır" derken, herhalde böyle bir durumu tasvir ve tarif ediyordu. Bütün bunları söylerken, dünyanın küreselleşmesiyle birlikte küreselleşmenin en belirgin aygıtı ve göstereni olarak medyanın ve medyanın dilinin küreselleşmesi gerçeğini göz önünde bulundurarak konuşuyorum. Medyanın küreselleşen haber dili, artık dünyanın neresinde yaşarsanız yaşayın, aynı haberleri, daha da korkuncu aynı haber diliyle servis eden, aynı tek kaynaktan beslenen, tektip bir medyanın zuhur etmesine yol açmıştır: Dünyaya büyük ölçüde tek başına çeki düzen veren Amerika'nın çıkarları, medyanın küreselleşen dilini de belirler hâle gelmiştir. Meselâ CNN International'a damgasını vuran tek sorun, terör sorunudur. CNN International'ın görevi, Amerika'nın Soğuk Savaş'tan sonraki en büyük stratejik önceliği hâline gelen terörle savaş stratejisini medya yoluyla hem uygulamak, hem meşrûlaştırmak, hem de tüm dünyaya benimsetmektir. O yüzden bu Amerikan televizyonunun en önemli meselesi, her fırsatta bir terör olayı ve konsepti icat etmek ve kitleleri terörle mücadelenin ne kadar âcil ve zorunlu bir hayat-memat meselesi olduğuna inandırmaktır. Londra'daki olaydan sonra hem CNN Inernational'ı hem de BBC World'u dikkatle izliyorum: Olay İngiltere'nin başkentinde patlak vermesine rağmen Amerikan CNN televizyonu bu olaya İngiliz BBC televizyonundan en az iki misli fazla yer veriyor: Meselâ, BBC haberlerde Londra'daki patlamalara 10 dakika yer veriyorsa, Amerikan CNN'i en az 20 dakika yer veriyor. Dahası, CNN, BBC'den daha ateşli, daha cüretkâr, daha provoke edici bir dil kullanıyor. Medyanın haber dilinin küreselleşmesi; Türk televizyonlarının haber dilini de küreselleştirdi: Türk televizyonları, artık Türk televizyonları olma özelliklerini büsbütün yitirdiler: Amerikan ve Avrupa kaynaklı haber ajansları ve televizyonları, meselâ Londra'daki patlamaları nasıl veriyorlarsa, bizimkiler de aynen öyle veriyorlar. Hiçbir farklılık yok. Hiçbir özel araştırma ve sorgulama kaygısı ve çabası yok. Hatta daha yüzeysel, daha provoke edici, Amerikalılardan daha Amerikancı bir dil, berbat bir şekilde sirayet etmiş durumda sözümona Türk medyasına. Üstelik Türkiye'yi ilgilendiren meselelerde bile Amerikan medyasının dili, Amerika'nın uluslararası çıkarları, temel bakış açısı ve kalkış noktası hâline gelmiş durumda Türk medyasında. Meselâ, İstanbul'daki patlamalarda bunu tüm çıplaklığıyla gördük: CHP lideri Deniz Baykal, "İstanbul'daki patlamaların Türk Hizbullahı'nın işi olduğunu" açıklama gafletinde bulundu! Türk medyası da bunu yayınlama aymazlığı gösterdi! Ancak Bush ve Blair, İstanbul'daki patlamadan bir saat sonra Londra'da ortaklaşa düzenledikleri basın toplantısında "El-Kaide, şimdi de İstanbul'u vurdu" diye bir açıklama yapınca, Baykal da, Türk medyası da, hemen çark ederek Hizbullah'tan vazgeçtiler; tıpkı Bush ve Blair gibi, İstanbul'daki patlamanın sorumlulularının El-Kaide teröristleri olduğunu söylediler! "Ne kadar komik" diyorsunuz, değil mi? Hayır komik değil, traji-komik! Şimdi Londra'daki patlamalara geliyorum… İngiliz gazeteci Robert Fisk, Bush ve Blair'in "bu terör saldırısı, barbarca bir olaydır; barbarların uygarlığa karşı yaptıkları vahşî bir saldırıdır" sözlerine, "Irak'ın şehirlerini, çoluk çocuk, kadın erkek ayırımı yapmadan bombalamak barbarca bir saldırı değil mi?" diye soruyor. Sonuç: Batılılar, tam bir iki yüzlülük oyunu oynuyorlar. Şu sorular, bu ikiyüzlülüğü çok iyi ele veriyor: Bugüne kadar, El-Kaide'ye atfedilen saldırılan hiç birinin aktörleri yakalanmadığı hâlde, neden bütün bu tür olayları, El-Kaide denilen kartondan örgüte yıkıyorsunuz? El-Kaide'ye karşı neden hiçbir operasyon yapmıyorsunuz? Şimdiye kadar, El-Kaide denen örgütün hangi kişilerini ve hücrelerini çökerttiniz? Yoksa, El-Kaide, sizin için bulunmaz bir nimet mi? Amaç, terörle savaş değil. Amaç bir terör heyûlası ile İslâm'ın önünü kesmek. Bir maskeli balo sahneleniyor. Bu balo'da medya kilit rol oynuyor ve baloyu sürgit maskelemeye çalışıyor. Ama artık sadece bu nedenden ötürü, oyunun sonuna yaklaştığımızı, sonun başlangıcının eşiğinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Tıpkı Soğuk Savaş sırasında olduğu gibi bir gün bu balonun maskesi de düşecek: Çünkü tüm dünyayı sonsuza dek aptal yerine koymak, sahibine zarar verecek, akla ziyan bir şeydir. |