"Vahdettin vatan haini değildi." Bu sözün bugün ilgi çekmesinin sebebi, hiç şüphesiz bu sözü söyleyen kişinin Ecevit olmasıdır. Yoksa Vahdettin'le ilgili "ihanet suçlaması"nın gerçek dışı olduğu bundan yıllar önce dile getirilmiştir. Nitekim tarihçi Yılmaz Öztuna "Ben, diyor, 40 yıl önce yazdım bunu!" Merhum Necip Fazıl Kısakürek de, Kadir Mısıroğlu da seneler önce, "Vahdettin gerçeği"ni Türkiye'ye tanıtmışlardı. Evet, olayı manşetlere taşıyan, Ecevit'in bu görüşe sahiplenmesi olmuştur. Ecevit, önce Zaman'a yaptığı açıklamada "Vahdettin vatan haini değildi. O, Kurtuluş Savaşına belirgin şekilde destek verdi." dedi. Ardından Hürriyet konuşma yaptı Ecevit'le. Eski Başbakan Hürriyet'e de "Ben Vahdettin'e hiç hain demedim. Çünkü ne kadar zor koşullar altında padişahlık yaptığını biliyorum. Ülke işgal altındaydı. Ordusu kalmamış. Bu koşullar altında bile çok önemli işler yaptı. O hain değildir. Bazı hoş olmayan şeyleri mecburen yapmıştır. Kurtuluş savaşına açıktan olmasa bile belirgin şekilde destek oldu. İstanbul'dan ayrılacağı zaman devletin elinde külliyetli altın ve para vardı. O, çok az bir miktar aldı. İstese tümünü alabilirdi. Saygıdeğer bir davranışta bulundu." diye konuştu. Böyle bir görüşü, Türkiye şartlarında bir siyasetçinin açıklaması kolay değildir. Nitekim Vahdettin'le ilgili gerçeği çok iyi bildiğini sandığım 9. Cumhurbaşkanı Demirel, Ecevit'in açıklamasından sonra bile "Bu yadırgatıcı bir beyandır. Ülke böyle bir beyanı kaldıramaz" diye tepki göstermiştir. Sebebi ne olursa olsun Ecevit, böyle bir Türkiye'de bu açıklamayı yapmıştır. Vahdettin'le ilgili tesbiti Ecevit'in açıklamasını ilginç ve önemli kılan asıl sebep ise, Ecevit'in, CHP çizgisinden gelen bir politikacı olmasıdır. CHP kadroları, başından beri Osmanlı'ya dair her şeyi kötülemeyi, Cumhuriyet'i halka mal etmenin olmazsa olmaz şartı gibi görmüş, Milli Mücadele'yi yüceltmenin Vahdettin'den "hain üretmek"le mümkün olacağı varsamı içinde hareket etmiştir. Mustafa Kemal Paşa'nın Nutuk'ta "Saltanat ve hilafet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta." diyerek çizdiği Vahdettin portresi de CHP çizgisini derinden etkilemiştir. İşte Ecevit, böyle bir zihniyet dünyasının içinden gelerek, o camiayı sarsacak bir açıklama yapmaktadır. Bu, öfkeli tepkileri, ahir ömründe dışlanmayı, hatta aforoz edilmeyi göze almak demektir. Nitekim tepkiler akmaya başlamış bulunmaktadır. BM Türk Derneği Başkanı, eski Trabzon milletvekili Rahmi Kumaş "Böyle bir ortamda bunu dile getirmek Atatürkçülüğe ihanet etmektir. Asıl hain Ecevit'tir" demiştir bile. "Vahdettin hadisesi", Türkiye açısından başka hususların altını çizme imkanı da vermektedir. Mesela: -Türkiye, bazı gerçeklerin 80 yıl sonra bile söylenmesinin zor olduğu bir ülkedir. -Türkiye'de, bazı gerçeklerin 80 yıl sonra bile öğrenilmesinin önünde engeller vardır. Yani neredeyse asırlık şartlanmalar söz konusudur. -Devlet sorumluluğu üstlenenler, Türkiye'nin hala bazı gerçekleri konuşabilecek kadar rahatlamadığı düşüncesindedirler. -İnsanlar aktif siyaset içinde iken gerçekleri ifade etmekten çekinmekte, cesaretlerini toplayabilenler ancak ömürlerinin sonuna doğru, gerçeğin aydınlanması yolunda bir ışık yakabilmektedirler. -Tabii burada, henüz kapağı kaldırılmamış gerçeklerin varlığı üzerinde de pekala durulabilir. Burada pek çok sorunun sorulması mümkündür: Acaba neleri bilmiyoruz? Hangi konularda şartlandırıldık ve zihinlerimiz gerçek dışı bilgilerle doldu? Toplumun yanlış bilgilendirilmesi sebebiyle ülke neler kaybetti? Gerçeğin üzerine on yıllarca örtü örtenler, herkes için bilinmesi gerekenleri nasıl tesbit ettiler, hangi hakla tesbit ettiler? Çocuklarımızın dimağları nasıl bir gerçek dışılıkla dolduruluyor? -Şu anda birilerinin yüreğinin top gibi gümlediğini tahmin etmek zor değildir. Çünkü iletişim patlaması, örtülü bir gerçek bırakmıyor. Son bir söz: Cumhuriyet'in ilk yıllarında yeni rejimi oturtmak için başvurulduğu ifade edilen "Osmanlı karşıtlığı" sürecinde pek çok yanlış yapılmıştır. "Osmanlı karşıtı bir Cumhuriyet" tanımlaması, Türkiye'deki kişilik bölünmesinin zeminini oluşturmuş, tarihinden kopuk nesiller yetişmesi tehlikesini doğurmuştur. Şimdi gerçekler birer birer ortaya çıkıyor. Bu defa, yeni nesillerde bir tarih sorgulaması başlayacak. Acaba tercihe şayan olan gerçeklerin böyle tesadüfi patlamalarla ortaya çıkması mıdır, yoksa eğitim müfredatlarında sağlıklı bilgiye kapı açılmasına imkan vermek midir? |