Atatürk'ün bu ülkeye hizmet ettiğine hepimiz katılıyoruz. Ama onun ideolojik yalanlarla putlaştırılmasına karşıyız. Baksanıza cumhuriyet elitleri, TÜSİAD'da başörtüsü ve İmam Hatip dolayısıyla Tayyip Erdoğan'ı da sorgulamışlar. Ömer Sabancı, "Bu konuları gündeme getirmeniz sizi samimi bulmamızı engelliyor" demiş.
İyi ki Ecevit, Vahdettin tartışmasını başlattı. Türkiye'de ki, "doğru söyleyeni dokuz köyden" kovuyorlar. Atatürk, Vahdettin'e "hain" dediği için, neredeyse bu fikre katılmazsanız, sizi hain ilân edecekler. Resmtarihin vesayeti altında düşünmemizi ve gerçekleri inkâr etmemizi istiyorlar. Hele "Şimdi de zamanı mıydı?" diyenlere hayret ediyorum. Üstelik Demirel, bir de süre koymuş: "Daha cumhuriyet elitinin yüz yıl Vahdettin'in hain olarak bilinmesine ihtiyacı var" diyor. Nazım Hikmet de hain olarak bilinirdi, iadei itibar etti. Neden "Şimdi zamanı mı?" diye kimse sormadı?
Vahdettin'in fermanı Bu yıl, 19 Mayıs öncesi, Vahdettin'in hain olmadığını vurgulayan bazı görüşleri Tercüman'da yayınladık. Bu tartışma yeni değil; zaman zaman alevleniyor. Liberal Düşünce Topluluğu'ndan ve Tercüman yazarlarından Murat Yılmaz'a "Anadolu'ya Atatürk'ü Vahdettin mi gönderdi?" diye sormuş ve şu cevabı almıştım: "Atatürk'ün, Samsun'a müfettiş olarak gönderilirken, daha önce herhangi bir müfettişe verilmeyen yetkilerle donatıldığı açık. Ona, sadece bölgesindeki askererkâna değil, Anadolu'daki askererkâna ve valilere de emir vermesi yetkisi tanındı. Bu istikamette bir ferman olduğuna, sosyal demokrat eğilimli ve İsmet Paşa'nın yakını Sabahattin Selek inanıyor. Bu iddiasını İsmet İnönü hayattayken dile getirdiğine göre, ferman konusunu herhangi bir söylentinin ötesinde, ciddiye alabiliriz. Selek'in aktardığı 5 Mayıs 1919 tarihli ferman metni şöyle: ' Yaverlerimden Kurmay Tuğgeneral Mustafa Kemal Paşa'ya... Umumi Harb'in müttefikler hesabına kaybedilmesi üzerine doğan siyasi durum, büyük atalarımın mülkünü ve hilâfet ve saltanat makamını çetin ve korkulacak bir noktaya sürüklediğinden, hükûmetimin kararıyla atandığınız bölgede güvenliği sağlamak, rıza ve dileğime aykırı haller meydana gelmesini engelleyerek, topyekûn korku verici halin ortadan kaldırılmasını hedefleyip buna gayret göstererek, milletimin dokunulmazlığını tekrar sağlamak ve memleketimin saldırgan ellerden kurtarılması için tek bir vücut gibi davranılmasını temin arzumu, selâmlarımla beraber asker ve memurlara ve halka bildirmek üzere buyurdum. " Murat Yılmaz'a "Atatürk için neden tutuklama emri çıkartıldı?" diye de sormuştum. İşte Murat Yılmaz'ın cevabı: "Padişah, işgal altında olan İstanbul'da oturuyordu ve aslında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışı sırasında ortaya konulduğu gibi tutsaktı. O zaman, yürütülen milli mücadelede maksat, vatanı kurtarmakla beraber, padişah ve halife olan kişiyi de, işgal esareti altında yaşamaktan kurtarmak şeklinde ifade ediliyordu. "
Ateşli kül Bu konuda, Vahdettin kitabının yazarı Yılmaz Çetiner ile de konuşmuştuk. Çetiner şunları söylemişti: "Vahdettin'in tahta çıkışı, imparatorluğun çöküş, hatta tükeniş dönemine rastlar. Vahdettin bu durumu ' Ateşli külün üzerinde oturuyorum' diye tanımlıyordu. ...Vahdettin canının korkusundan, İngilizlerin senaryolarına kanarak İstanbul'dan ayrılmaya karar verdiğinde, önce elindeki gizli evrakları bir bir yakmıştır. Ancak Hazine'nin mücevherlerine dokunmamıştır. Sadece çocuklarının tahsili için Londra bankasına yatırdığı 30 bin Sterlin'e güvenmiştir. Bir dönem Dahiliye Nazırlığı yapan, istiklâl mücadelesi aleyhine yazdığı yazılar sebebiyle sorgulanmak üzere Ankara'ya götürülürken, İzmit'te linç edilerek öldürülen Ali Kemal Bey'in akıbeti de, padişahın huzurunu iyice kaçırmıştı. "
Padişahlığa son Mustafa Kemal Paşa, Vahdettin'in yaveriydi ve bu ünvanını Samsun'a çıkarken de muhafaza etmişti. Üniformasında yaverlik nişanını taşıyordu. Vahdettin, ölmekten ziyade, linç edilmek ve halkın hakaretine maruz kalmaktan çekiniyordu. Can kaygısı içinde olduğu da söylenebilir. Ama, ihanet çok ağır bir sıfattır. O günkü şartlarda meşruiyetini sağlamak için Atatürk'ün böyle söylemesi makûl karşılanabilir. Vahdettin, daha İstanbul'dayken de, Ankara'nın hakaretine maruz bırakılıyordu. Mustafa Kemal 1 Kasım 1922 tarihinde Meclis'te yaptığı konuşmada, "Türkiye halkının hayatını, namusunu, şerefini imha ederek, Türkiye'nin idam kararını ayağa kalkarak bütün endamıyla kabul etme istidadında kim olabilir?" diye sormuş, Meclis'ten "Vahdettin, Vahdettin" sesleri yükselmişti. Mustafa Kemal de, "Vahdettin bu hareketiyle kendini öldürdü ve temsil ettiği idare şeklinin dağılmasını zaruri kıldı" demişti. Meclis'te Ziya Hurşit'in dışında oybirliği ile verilen karara göre, padişahlık kaldırılıyor, yönetim Türkiye Büyük Millet Meclis'ine geçiyordu. Vahdettin 17 Kasım 1922'de İngiliz savaş gemisiyle İstanbul'dan ayrılırken, padişahlığını TBMM kararıyla kaybetmiş bir hanedan mensubuydu. Sadece halife idi. İstanbul'dan ayrılmasında, hakarete uğrama endişesinin yanı sıra, padişahlık yetkisinin elinden alınması da etkili olmuştur.
Bir cumhuriyet eliti! "Aman bunları tartışmayalım!" Başörtüsü veya İmam Hatip meselesi açıldığında da aynısını yapıyorlar. "Şimdi zamanı mı?" Baksanıza, TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı bile, Başbakan Tayyip Erdoğan'a "Bizim sizi samimi bulmamıza, size inanmamıza türban, İmam Hatip meseleleri, zina konusunda almış olduğunuz tavır engel oluyor" demiş. Üstelik, Sabah'tan Güntay Şimşek'in sütununda yazdığına göre, öğle yemeğinde tam 6 kadeh şarap içmiş. Araya Feyyaz Berker ve Cem Boyner girerek, havayı biraz yumuşatmışlar. Ömer Sabancı gibilerin, bakış açısını artık değiştirmesi lâzım. Nasıl ki kimse onların şarap içmesine karışmıyorsa, onlar da başkalarının başörtüsüne veya dineğitimine müdahale etmeyecekler. Cumhuriyet elitleri Vahdettin'e "hain" demeye devam etsin; ama herkesin bu ideolojik yalanı tekrarlamasını beklemesin. |