Yaklaşık dokuz ay önce, 2 Ocak'ta Ankara'da yapılan Avrupa Birliği, Türkiye ve İslam konulu panelde karşılaştıklarımın Hizbut Tahrir'le ilgili kanaatlerimi etkilemediğini öncelikle söylemeliyim. Kocatepe Kültür Merkezi'ni dolduran izleyiciler ve ben, konuşma sırası tam bana geldiğinde, ayağa kalkan yirmi-otuz kişinin heyecanlı konuşmalarına, protestosuna şahit olduk. Grubun sözcüsü, "İbrahim Karagül'ü burada konuşturmayız" diye başlayan öfkeli konuşmasını beni Allah'a, Kur'an'a ve dine davet ederek tamamladı. Müslüman olmadığıma inandıklarından olmalı, diğerleri de öfkelerini haykırdıktan sonra beni Allah'tan korkmaya ve dine çağırdılar. Neyse ki, salondan çıkarıldılar ve panel devam etti. Konu, benim 4 Aralık 2004 tarihli "Küresel temsil krizi, Osmanlı misyonu, ABD ruhsatlı Hilafet" başlıklı yazımdı. Yazıda, ABD ve İngiltere'nin, İslam dünyasındaki kaosu gerekçe göstererek, kendi kontrollerinde bir "dini meşruiyet merkezi" oluşturabilecekleri, bunu Hilafet gibi pazarlayacakları iddia ediliyordu. ABD ve İngiliz patentli Hilafet'e dikkat çekilen yazı, bir nevi uyarı amacı taşıyordu. Hâlâ aynı kanaatteyim. Üstelik son donemde buna yönelik işaretler daha belirgin hale geldi. Büyük Ortadoğu Projesi, yeni Osmanlı tartışmalarından sonra Hilafet tartışmaları da aynı kaynaklar tarafından yönlendiriliyor. Konuyu tartışırken Hizbut Tahrir aklıma bile gelmemişti. Ama onlar bunu üzerlerine aldılar. Geldiler, kendilerine tam bir saat anlattım. İkna olmadılar. Şahsıma yönelik ağır ifadelerin bulunduğu bir metni bu köşede yayınlamamı istediler. Reddedince de Kocatepe'de bana haddimi bildirdiler! Ben Hizbut Tahrir'in çalışmalarını, son yıllarda Orta Asya'da, özellikle de Özbekistan'daki güçlü konumlarıyla izliyorum. Türkiye'de son bir yılda yeniden kendilerinden söz ettirmeye başladılar. Sovyetler'in dağılmasından, özellikle de 1995'lerden sonra Orta Asya'da ciddi bir nüfuz edindiler, bazı ülkelerde rejimler tarafından "birinci tehdit" olarak tanımlandılar. Özbekistan'da çok sayıda örgüt mensubu İslam Kerimov tarafından hapse atıldı. Ancak şiddete, silahlı mücadeleye başvurmamaları hareket alanlarını genişletti. ABD ve İngiltere, Kerimov'un Hizbut Tahrir'e yönelik acımasız uygulamalarını yer yer eleştirdi. Öncelikle şunu belirtelim: Fatih Camii ve Hacıbayram'daki gösteriden sonra gözaltına alınanların hangi suçlamayla yargılanacağı tartışılıyor. Dünyanın hiçbir ülkesi, bu örgütü terör listesine almadı, dolayısıyla, terör suçundan yargılanmaları imkansız. Peki Hizbut Tahrir bu dönemde, özellikle PKK sorunu yeniden tırmanırken, Anadolu kentlerinde etnik çatışma senaryoları uygulanırken, neden Türkiye'nin gündemine yeniden girdi? Kanaatlerimin yanlış olabileceğinden duyduğum endişeyle, son çıkışı bu çevreleri yakından tanıyan/izleyen bazı kişilerle konuştum: Özellikle Hamza Türkmen'in özet ve net değerlendirmesinden çok yararlandım. Paylaşayım: 1- Hizbut Tahrir'in tüm söylemi 1950-60 yıllarının söylemidir. Oysa elli yılda dünya çok değişti. Hizbut Tahrir bu söylemiyle bir nevi mezhepleşti. Tarih-toplum değerlendirmesi çok zayıf. Sorunu da burada. 2- Elli yıl önce ya sosyalist olacaktınız ya kapitalist. Onlar Hilafet yolunu tercih ettiler. Müslümanları bu yolla birleştirebileceklerine inandılar. Söylemleri, 1960-70'lerin sağcı/milliyetçi yaklaşımına benziyor. 3- Bir bölgede bin kişiye ulaştıklarında orayı vilayet olarak kabul edip vali atıyorlar. Açık faaliyete o zaman başlıyorlar. 4- Merhum Ercüment Özkan onların Türkiye'deki lideriydi. Hapiste onlardan ayrıldı. Onları Arapçılıkla suçladı. Ancak 1980'lere kadar yine onların kavramlarıyla konuştu. 80'lerde bunu da terk etti. 5- Şimdiye kadar silahlı mücadeleye başvurmadılar. 6- Ancak bunun bir istisnası var: 1955'lerde Ürdün'de belirgin bir güce eriştiler. Bürokraside, askeriyede ve eğitimde ciddi taraftar edindiler. Kral Hüseyin bunların etkisini kırmak için, o dönemde Mısır'ın tasfiye etmeye çalıştığı İhvan-ı Müslimin'i Ürdün'de serbest bıraktı. Bu nedenle Hizbut Tahrir İhvan'ı uzlaşmacılıkla suçladı. 7- Suriye-Ürdün-Filistin'i içine alan Büyük Suriye'de Hilafet'i tesis etmek için harekete geçtiler. Ürdün ordusundan bir tankçı albayı öne çıkarıp aşiretlerin desteğini almaya çalıştılar. Amaç, bu destekle Ürdün yönetimini devirmekti. Ancak albay bunları sattı. Ağır darbe yediler. Birçoğu ülkeden kaçtı. Hareketin öncüsü Takyüddin Nabhani de kaçanlar arasındaydı. 8- Bir ara Libya lideri Muammer Kaddafi ile mücadele ettiler. Kaddafi Hizbut Tahrir mensubu birçok askeri idam etti. Yine Mısır yönetimi de örgüte bağlı birçok kişiyi idam etti. 9- İlginç bir not daha: Milli Mücadele Hareketi, Arap dünyasından gelen 'yıkıcı İslami söylem'i yumuşatmak için ortaya çıktı. Yani İslami söylem millileştirildi. Bir anlamda Hilafetçi Hizbut Tahrir'in etkisini kırdı. (Şimdi tersi mi olacak?) Görüştüklerimin ortalama kanaatleri şöyle: Örgüt mensupları samimi. Harekete geçtikleri konjonktür çok kötü. Birileri önlerini açıyor olabilir… 1995'te Londra'da Hilafet Konferansı yapıldı. On bin kişi katıldı. Bu olaydan sonra Hizbut Tahrir Orta Asya'ya yöneldi ve çok güçlendi. Geçen yıl Türkiye'de "Hizbut Tahrir terör örgütü mü değil mi" konulu bir toplantı yapıldı. ABD ve İngiltere'nin desteğiyle. Bu toplantıdan sonra da Türkiye'deki çalışmalar yoğunlaştı!.. Bilecik'ten Trabzon'a kadar yaymaya çalışılan etnik çatışma tezlerinin geri plana itilip Türkiye'de sadece Hizbut Tahrir sorunu varmış gibi gösterilmesinin tek sebebi, örgütün bizzat kendisidir. Birkaç camide slogan atarak, Türkiye'nin gerçek gündemini unutturabildiler. Bu ülkenin dikkatini başka yöne çevirebildiler. Anadolu için en büyük riski oluşturan ve birilerinin alabildiğine provoke ettiği çözülme stratejisinin daha rahat uygulanabilmesi için elverişli bir zemin oluşturmayı başardılar. Tebrikler doğrusu!.. |