Diyanet
İşleri Başkanı geçtiğimiz günlerde ABD'ye, zihinlerde birçok soru işareti
bırakan bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaretin açık gündeminde "Ilımlı İslam" vardı. Utah Üniversitesi
Ortadoğu Araştırmalar Merkezi'nde bu konuda bir sempozyum düzenlenmiş, Sayın Bardakoğlu da orada bir konuşma
yapmıştı.
Ziyaretin
tek gündeminin bundan ibaret olmadığı anlaşılıyor. Çünkü daha sonra Bardakoğlu
ABD'deki birtakım resmi ve yarı resmi kurum ve kuruluşların yetkilileriyle ikili
görüşmelerde bulunmuştu. Bunlar arasında Ulusal Güvenlik Konseyi'nin yetkilileri
de bulunuyordu.
Basında
yer alan açıklamalardan anlaşılan o ki, ABD "Ilımlı İslam" projesine destek
istemiş, Bardakoğlu da bu desteğe hazır olduklarını söylemişti. ABD bu desteği
isterken, bunun karşılığında da "Türkiye örneği"ni İslam dünyasına pazarlamayı
teklif ediyordu. Hatta 'Başkan'ın demecine bakılırsa, bu konuda Diyanet'ten
"somut projeler" bile istenmişti.
Anlaşılan
o ki, Bardakoğlu ABD'lilerin bu konudaki taleplerine hiç de mesafeli
yaklaşmamış. Ne mesafelisi, "Diyanet
İşleri Başkanlığı olarak bu gibi önerilere hazırız" bile denmiş.
Düşünsenize
bir, dünyaya dayılık etmeye kalkan iri güç kendi kendine dünyaya nizamat vermek
için senaryolar yazacak ve sizi rol almaya çağıracak. Siz bu teklifin altında
bir bit yeniği olup olmadığını düşünmeyeceksiniz. Bir "acaba" bile
demeyeceksiniz.
Çağlayangil
miydi "Büyük devletlerle iş tutmak ayıyla yatağa girmeye benzer" diyen? Irak
savaşında hem dünyayı hem kendi kamuoyunu aldattığını kendisi dahi itiraf eden
bir azman güçle iş tutarken, işin bu tarafı hiç akla gelmez mi?
Hakkını
yemeyelim, Bardakoğlu hepten de 'teslimiyetçi' değil ABD'ye karşı. Hatta bir
konuda Amerikalılar'ı terslediği bile söylenebilir. Hani şu ABD'nin hazırlattığı
insan hakları raporunda yer alan "Türkiye'de din özgürlüğünün bir ölçüde
kısıtlandığı" tesbiti konusunda. Başkan "Dini özgürlükler anayasal çerçevede
korunuyor" bile demiş.
Peki,
şimdi bu oldu mu?
Elin
oğlu size "Biz bir elbise diktik, adını İslam koyduk, bunu da Müslümanlar'ın
tümüne zorla da olsa giydirmek istiyoruz. Sizden de terzi çırağı olmanızı, bu
elbiseyi teyellemenizi, ütülemenizi istiyoruz" diyecek, siz de buna "hay hay
efendim" diyeceksiniz. İş sizin de sorumluluk alanınıza giren ülkenizdeki dini
özgürlükler aleyhindeki uygulamalara gelince tavana bile bakmayacak,
özgürlüklerin korunduğunu söyleyeceksiniz. Neyse…
Bu
işte bir yanlışlık var. Hatta, bu iş baştan ayağa yanlış.
Birincisi,
projenin sahibi yanlış. Bu proje ABD'nin projesi ve ABD bir avuç kendini bilmez
tarafından kötü yola düşürülmüştür. Kendi halkına hesap veremeyen bir güruhun
kirli tezgahına tezgahtar olmanın âlemi var mı?
İkincisi,
din açısından yanlış. Hani Türkiye laik bir devletti? Nerede kaldı laiklik?
Bardakoğlu "Türkiye'deki laik demokrasinin tablodaki payını bildiklerini" ifade
etmiş. Başbakanı'na iftar daveti verdi diye atmadığı kötek kalmamış bir ülke,
nasıl oluyor da başkalarına belli bir din anlayışı pazarlamaya çalışıyor? Bu
dini siyasete alet etmek olmuyor mu? ABD'ye laik olduğumuz burada da
hatırlatılamaz mıydı? Devlet eliyle din ihraç etmenin rejim ihraç etmekten ne
farkı var? Hem İslam dini, Türkiye'nin "malı" mı ki, onu istediği gibi boyayıp
ona buna ihraç etmeye kalkıyor?
Üçüncüsü,
Diyanet açısından yanlış. Diyanet şimdiye kadarki yanlış uygulamalarıyla bu
halkın nezdinde hayli düşük olan kendi itibarını yükseltmeli. Diyanet-Sen Genel
Başkanı Ahmet Yıldız bu probleme dikkat çekiyor ve "Halkın % 56'sı Diyanet'e ve
resmi din görevlileri sınıfına güvenmiyor" diyordu. Diyanet kendi halkının
gözünde kaybettiği itibarı ta ABD'lerde aramıyor herhalde. ABD'yle iş tutmak,
Diyanet'e zaten kaybettiği itibarını hepten kaybettirir.
Dördüncüsü,
"Ilımlı İslam" projesinin kendisi
yanlış. Yanlış, çünkü dinin yorumlarından birini mahkum etmenin yolu, bir diğer
yorumu dayatmak değildir. Bu olaya bilimsel değil, yüzeysel bakmaktır. Tabiî ki
sorunu doğru teşhis edememektir. İslam'ın şiddet intac eden yorumları "dini"
olmaktan daha çok başka sebeplerin eseridir ve bu ayrı bir bahistir.
İngilizler'in
19. yüzyılda Hidivler ile Vahhabiler arasındaki ikili oynama taktiğini bugün
revize edilmiş haliyle ABD uygulamaktadır. Bu taktik Osmanlı'ya hiçbir şey
kazandırmamış, kaybettirmiştir. Müslümanlar arasına kin ve kan (Taif katliamı
gibi) girmiştir.
Netice
belli: 80'li yılların "Amerikancı
İslam"ının başına ne geldiyse, 2000'li yılların "Amerikan İslamı"nın başına da aynısı
gelecektir. İlle de rol arıyorsak, kendi senaryomuzu yazalım. Ama önce "biz"
kimiz, ona bir karar verelim. |