Birinci Dünya Savaşı sonrasında galip devletlerin Osmanlılardan talep ettikleriyle ilgili olarak o günlerde Avrupa’da seslendirilen görüşleri ifade ederken İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, kayıtlara giren, bu topraklarda yaşayan bütün nesillerin hiç unutmaması gereken şu değerlendirmeleri yapmıştı: “Türkler neredeyse beş senedir Avrupa’da bir karabasan gibi bütün kötülüklerin kaynağı ve İslam’ın ihtiraslarının teşvikçisi olmuşlardır. Şimdi elimize bu tarihteki kötü lekeyi temizlemek için asırlardır yakalayamadığımız bir fırsat geçti. Böyle bir fırsatı uzun gelecekte tekrar bulamayabiliriz. Dünya bu problemin çözümünü bekliyor. Bu kanaati seslendirenler dünyanın bu en büyük kötülük kaynağından temizlenme fırsatının kaçırılmaması gerektiğine inanıyorlar.” Kardeş kanı bitsin artık... Bu fırsat ile ilgili değerlendirmelerde bulunan İngiliz tarihçilerden Profesör Yapp; savaş sonrasında yapılanları değerlendirirken; 1- Türkler kaybetmişlerdir ve her kaybeden gibi mağlubiyetin bedelini ödemişlerdir. 2- Türkleri uzun yıllar Avrupa’nın başına tehdit olarak ayakta tutan maddi manevi dinamikler tahlil edilmiş ve bunların bir şekilde yeniden yapılandırılması gerçekleştirilmiştir. Bugün yakın geçmişte yaşadığımız pek çok gelişme bu iki aktarım ışığında ele alınırsa pek çok hususun daha kolay anlaşılabilir olacağı görülecektir. Yeniden yapılandırmada bize takdim edilen ve hiçbir şekilde bize ait olmayan pek çok yeni kıymet hükmünün bedeli kaybedilen bir tarih ve bu tarihin kaynaştırdığı kardeşliklerdir. Dünya tarihinde Avrupalılar asrı ne yazık ki tarihin hiçbir zamanında yaşanmamış tahribatları gündeme getirdiği gibi kadim dünyanın nice binlerce yıl içinde geliştirdiği birlikte yaşayabilme sanatını da tahrip ederek insanlığın geleceğine de bir mayın döşemiştir. İçinde yaşadığımız bu vatan toprağı tarihin uğruna en fazla kan dökülen, bedel ödenen coğrafyaları arasındadır. Üstelik bu bedel ödeme de devam edecektir. Ya bunu kabullenmek ya da akıbete razı olmak gibi bir konumdayız. Ama en acısı bedelin kardeş kanıyla ödenmesi. Bu bedeli ödetenler gün gelip tıpkı geçmiş zamanlarda olduğu gibi gideceklerdir; fakat bu coğrafyanın sakinleri kıyamete kadar burada bir arada yan yana yaşamak gibi bir mukadderatı paylaşıyorlar, paylaşacaklardır. Bunun ızdırabını hisseden yüreklere en iyi ibret tarihtir. İnsanlık tarihine medeniyet adına kayda değer hiçbir katkısı olmayan İslam öncesi bedevi Arapları, cahiliye Arapları nasıl oldu da İlahi mesaja muhatap olduktan birkaç nesil içinde kadim dünyanın merkezini, Atlantik’ten Çin’e uzanan o uçsuz bucaksız toprakları, o hiçbir şekilde bir araya gelmesi mümkün olamayacak vahşi insan topluluklarını bir araya getirdi? Dün birbirini boğazlayan bu ilkel idrakler nasıl oldu da ertesi gün birbirlerine evlerini ve yüreklerini açtı. Dün kızını toprağa gömen Ömer nasıl oldu da dünya durdukça adı adalet kelimesine şeref ve itibar kazandıran bir mevkie taht kurdu? Evs ve Hazreç nasıl kardeş oldu? Daha mühimi ise bütün bunlar olduktan sonrasıdır. İşte bu insanlar yokluktan varlığa, medeniyetin en dip mevkiinden medeniyetin zirvesine kuruldular. Dünya bir müddet gözyaşlarını durdurabildi. Yetimlerin başı okşandı, kimsesizlerin kimsesi bulundu. Kenar-ı Dicle’de kurtlar bir zaman kuzuları kapamadı. Gün geldi başka nesiller bu sorumluluğu üstlendi ve emaneti deruhte ettiler; ta ki gün dönene, hesaplar görülene kadar. İçinde bulunduğumuz yapılanma, yaşamakta olduğumuz acı tecrübeler gök ekin biçer gibi kaybettiğimiz nice genç insanlar bir o kadar mağdurlarımız ve mazlumlarımız, heba olunan yıllarımız, mallarımız, canlarımız hepsi o hesabın bakiyelerinden değil midir? Bu ülkenin ve bu coğrafyanın kaderini dert edinenlerin unutmaması gereken verilerimiz vardır. Bizler ‘birbirinizi sevmedikçe tam iman etmiş olmazsınız’ diyen bir rahmet elçisine ahid vermiş insanlarız. Bizi birleştiren ortak payda Bizler Evs ve Hazreç’ten daha şedid farklılıklar taşımadık. Bütün projelere, bütün zorlamalara, bütün dayatmalara rağmen aramızda ne kan davası oldu ne de kin davası oldu. Osmanlılar bu bölgedeki toprakları mahalli sakinlerinden kılıç zoru ile almadı. Birlikteliğimiz bir gönüllü birliktelik idi. Bu verileri tekrar hayata geçirmenin önündeki engelleri kaldırmak da irade sahiplerine düşen sorumluluktur. Zihinlerimizi kamplara bölerek, bizleri de kamplara ayırarak çatıştıran modern kalıplar, bu toprakların tecrübelerinden neşet etmiş gerçeklikler değildir. Bu modern kalıplar tsunamide Açe için gözyaşı dökmemize, depremde Pakistan için içimizin yanmasına mani olamadığı gibi elbette Anadolu’nun doğusunun da batısının da birbirlerine Açe kadar uzak olmadığını bir gün hatırlatacaktır. Ama o güne kadar ödenen bedelleri kim sahiplenecektir? Ve eğer bundan kaçınmak isteniyorsa herkes kendisine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir. Bu ülkenin harcı sevgiyle, kardeşlikle, diğerkamlıkla paylaşmakla, şefkatle, merhametle ve düşmanına bile adaletle davranmayı emreden bir anlayışla da yoğrulmuştur. Bu harcı tekrar karmanın vakti gelmedi mi?
|