Vatansever insanların önce ayakları, sonra kafaları kesildi... Tecrübelerimle bunu gördüm. İhanetini gördüğüm insan, birdenbire yükselişe geçiyor." Medyanın yabancı servislerin etkisine ne ölçüde açık olduğuna ilişkin iddiaların tartışıldığı bir dönemde; siyasetin duayenlerinden, dış politika alanının önde gelen uzmanlarından Kamran İnan’dan çarpıcı açıklamalar: “Sadece medyada değil, Türkiye’nin bütün etkili merkezlerinde ve Dışişleri'nde, maalesef, en zayıfı lobi Türk lobisidir.” İşte, İnan’ın değerlendirmeleri: “28 Şubat’ta böyle oldu. Birtakım güçler, yolunu kesmek istedikleri iktidarı, kısa süre içinde iftiralarla yerler. Önünü açmak istedikleri insanı da, yukarı doğru çıkarırlar. Mesela; Mesut Yılmaz’ın kazandığı hiçbir seçim yok. 5 defa kaybetti, ama hep Başbakan oldu, Başbakan Yardımcısı oldu. Bu neden böyle?.. Vatandaş, bana hep soruyor: ‘Neden şu noktaya gelemedin? Neden Yılmaz hükümetinde Dışişleri Bakanı olamadın?’ diye... Bir yapı var. Acı bir tespitim ki, devam ediyor, Türkiye’de en zayıf lobi Türk lobisidir. Yani, Türkiye’de Yunan lobisi bile Türk lobisinden daha kuvvetlidir.” MİLLİ DEĞERLERİ SAVUNMAK SUÇ!.. İnan, “Türkiye’de en zayıf lobi Türk lobisidir” şeklindeki çarpıcı tespitini şu ifadelerle kuvvetlendirdi: “Türkiye’de ülkenin milli değerlerini savunmak, suç olarak görülmeye başlandı. Türkiye, ihanete en fazla pirim veren devletlerden biri haline geldi. Ondan dolayı da, kendi içinde en çok hain yetiştiren bir memlekettir.” HAİN, YÜKSELİŞE GEÇİYOR İnan, bürokrasideki ilerlemenin sırrını da şu sözlerle veriyor: “Tecrübelerimde bunu yaşadım. İhanetini gördüğüm insan, birdenbire yükselişe geçiyor. Siz sadakatte ısrar ederseniz, ülkenizin çıkarlarınızı savunursanız, önce ayağınız, sonra da başınız kesiliyor. Türkiye’de bu, ihanete prim veren mekanizma, aslında o derin devlet dedikleri falan da değil; görünmeyen kuvvetler var.. Bunun içinde yabancı sermaye var, yabancı büyük güçler var, iç mafya var, iç menfaat çevreleri var. Acı, ama bu böyle. Bir realitedir.” GAZETELER VE KONTENJANLARI İnan, içinde yer aldığı, ama bir türlü işleyişinde etkili olamadığı hükümetler hakkında şu ilginç bilgiyi veriyor: “Türkiye’de bir gazetenin -müsaadenizle ismini vermeyeyim- her hükümette iki bakan kontejanı vardı. Bir başka gazetenin de, bir bakan kontenjanı... Dikkat edin ve 1950’lerin kadrolarına bakın, hatta ondan öncekiler ve ondan sonra, geliyorsunuz ve elde bir şey yok. Çok acıdır ki; büyük insan, büyük devlet adamı, çaplı, vizyon sahibi, dünyayı görebilen, kendi tarih şuurunun ve heyecanının içinde olan, onu yansıtacak güç sahibi olan insanlar çıkaramaz olduk. Bu, aslında millet için büyük bir tehlike. Bugün toplumumuz, millet vasfını kaybetmeye başladı. Milli harç erimeye başladı. Aynı topraklarda ekmek kavgası veren insanlar, milli meselelerde ayağa kalkmıyor. Evlatları öldürülüyor, bir anda 10 kişi öldürülüyor. Hiçbiri, katiyen, sanki bu ülkenin insanı değil!.. Amacı sadece köşeyi dönmek olan maddeci insanlar, bürokraside ve devlet hayatında yükseliyorlar. Bütün manevi değerler ayaklar altında çiğnenirken; bu durumun sebeplerini tartışan düşünürler yok. Bir sosyoloğunuz yok, pedagog yok, bir filozofunuz yok, düşünür yok, müşaviriniz yok. Ne var; borçla yaşamak var. Dışarısı size ne kadar borç isterseniz verir. Niye, çünkü kamburunuzu artırır. 4. Murat’ın harika bir sözü var, ‘Borç alan, emir alır’ diyor. Türkiye borç almaya doymuyor bir türlü.” EZİKLİK DUYGUSU İnan, “Avrupa karşısındaki ezikliğimize” de şöyle dikkat çekti: “Bakıyoruz, yönetenler milletin büyüklüğünün farkında değiller. Zannediyorlar ki, Avrupa bir melektir. Oysa karşı tarafın zaaflarını kullanırsanız, öne geçersiniz. Karşınızda melek yok. Onların da üstüne gidin, neler çıkıyor neler!.. Ben, AB toplantılarında hep derdim ki; ‘Siz aynaya bakmayı unutmuşsunuz. Bavulumda getirdim, dağıtacağım; mazinize, daha uzağınıza bakın, neler yapmışsınız!.. 20. yüzyılın büyük bir soykırımını siz yapmışsınız. Yahudilerin soykırıma uğraması, kötüydü. Ancak, 20. yüzyılın sonunda yine soykırım var. Avrupa’nın burnunun dibinde, Bosna Hersek’de yüzbinlerce insanı katletmişsiniz. Avrupa’nın tarihi kanla, katliamla, soykırımla örülmüş. Öyle değil mi? Bütün bu gerçekler ortadayken, ne hale getirdik devletimizi?.. Adamların karşısında elpençe divan duruyoruz. Yazık!..” DIŞİŞLERİ’NDEKİ YAPI İnan, “Devlet mekanizmaları içinde, vatansever, cesur ve birikimli bir insanın en fazla zorlanacağı hangisidir?” şeklindeki soruya, hiç düşünmeden, “Dışişleri Bakanlığı’dır’ cevabını verdi. İnan, şöyle devam etti: “Sadece Türkiye’nin milli menfaatlerine sahip çıkacak, gerektiğinde onlara kafa tutacak birini görmek istemezler. Hatta bu konuda bir sayın başbakanın son derece rahatsız edici bir açıklaması var: ‘Ben, Amerika ve İngiltere’ye danışmadan Dışişleri Bakanı tayin edemem!’ Bunu diyen, başbakan olmuştur bu memlekette. Şimdi, tabii bir de bu ayağı var... 1978’de bir NATO parlamenterler toplantısında, bir Amerikan senatörle Kıbrıs dolayısıyla bir münakaşamız oldu. Genç de olduğum için, dedim ki; ‘Sayın Senatör, bir gün bir yere gelirsem, bu ifadelerinizi unutmam!..’ Adam gayet sakindi. Bana dedi ki; ‘Onu biz de biliyoruz. Onun için çok etkili bir yere gelemezsiniz!..’ Bunu biliyorlar ve gereğini de yapıyorlar maalesef, ama fatura kime çıkıyor?.. Maalesef, millete ve devlete!..” BÜYÜKELÇİNİN TAVRI “Şimdi benim dış tecrübem şu: Karşınızdaki insanın gözüne bakarak, tarihinizi, milli menfaatlerinizi dobra dobra savunduğunuzda saygı duyarlar. Boyun eğdiğinizde, gereğini yaparlar. Ben hiçbir zaman boyun eğmedim. Ben Cenevre’de büyükelçi iken, ABD büyükelçisi fevkalâde sempatik, kabiliyetli bir isimdi. Bir gün bir sohbetimizde, ‘Ben sizden kompleks duyamam, çünkü benim atalarım İstanbul'u fethettikten 39 yıl sonra sizin kıtanız keşfedildi. Ben 600 yıldan bahsediyorum, sizin tarihiniz 200 yıl. Benim imparatorluğum bitti, şimdi sizin ekonomik-politik imparatorluğunuz var ve bir gün bu da bitebilir.’ Ben bunları söyleyince saygı duydu. Hatta o kadar saygı duydu ki; ben Cenevre’den siyaset için çağrıldığım zaman, bu da başkana telefon açmış demiş ki, ‘Artık Cenevre’de kalamam, buradaki en yakın arkadaşım gitti.’ Büyükelçi gitti, Brüksel’e tayin oldu.” AMAN OLAY ÇIKARMAYIN! “Çok acı tecrübelerim var. Dışarıda milli menfaatlerin kavgasını verirseniz, Türkiye’de paçalarınızdan çekerler. ‘Aman olay çıkarmayın!’ diye... Neden? Devletin onuru söz konusu olduğunda, neden olay çıkarmayacağız? Gayet tabii, olay çıkaracağım ve sonuna kadar da olay çıkaracağım. Hatta o derece ki; bir parlamenterler meclisi toplantısında, bir İngiliz bana geldi ve dedi ki, ‘Siz ne zaman söz isteseniz, eyvah balyoz geliyor derdik.’ Bize, bu balyozları indirebilecek çapta devlet adamları lâzım.” |