Başlığı bu olan yazıyı Haber 7 sitesinden indirmişim, ama yazarını not almamışım.
“İslâmiyet başka dinlerin telkin ve propagandalarına karşı dayanıklıdır. Dışarıdan İslâmiyet’e zarar vermek kolay değildir. Ancak bu, İslâmiyet’in müntesibleri tarafından çok iyi bilindiği, yaşandığı ve gerçek Müslüman âlimler, önderler tarafından temsîl edildiği zaman öyledir. Maalesef, İslâmiyet’in müntesibleri gözünde i’tibârdan düşmesine sebeb olanlardan biri de ‘bir kısım ilâhiyatçılar’dır. ‘Bir kısım ilâhiyatçı’ diyorum, çünkü câmianın tümünü bu kategoride ele almak haksızlıktır. Bunların da kim olduğunu herkes biliyor. Bu ilâhiyatçılar, İslâm dîni etrâfında şübhe uyandırıcı söylemler geliştiriyor, zaman içinde bu söylemler tereddüd ve zihin karışıklığına yol açıp Müslümanlığı hem inanç hem amel seviyesinde i’tibârdan düşürüyor. Başörtüsü, kadın konusu, abdestsiz Kur’ân’ın ele alınıp okunması, âdetli iken kadınların namaz kılması ve oruç tutması gibi konular yanında Müslüman halkı en ciddî zihin karışıklığına düşüren konulardan biri kurban ibâdetine ilişkin tartışmalar ve mugâlatalar olmuştur.
Batı rasyonalizmi ve Protestan reformu etkisi altındaki bu ilâhiyatçıların unuttuğu bir husûs var: Dîn, târih içinde birtakım rükünlerle devâm eder. O dinin müntesibleri belli bir düzen, sıralama ve kudsiyyet atfedilmiş hareketlere, rükünlere büyük bir önem verirler. Rükünleri, sıralı hareket ve ibâdetleri târih içinde yaşatan insanlar bunun en açık ifâdesini ve referans aldıkları formunu Peygamber’in sünnetinde bulurlar. İslâm’da oluşmuş bütün dînî geleneklerin kaynağı sünnettir. İlâhiyatçılar, dîni Protestan bir açıdan öylesine rasyonel bir forma soktular ki, ne rükünler kaldı, ne gelenekler. Rükün ve geleneklerin referansı sünnet olduğu gibi, târih içinde ve toplumsal hayatta sünneti yaşatan da söz konusu rükün ve geleneklerdir. Eğer sünneti ortadan kaldırırsanız veya zayıflatırsanız, dîn de ortadan kalkar. Geriye rûhu, ma’nevî lezzeti kurumuş kurallar bütünü kalır.
İlâhiyatçıların bir bölümü, oryantalistlerin ve Protestan Hıristiyanlığın etkisinde, sünneti câhilce Arapların geleneklerine indirgediler; hermönetikçi ve târihselci diğer bir bölümü dîni referans ve hüküm taşıma özelliğiyle oynayarak zayıflattılar. İslâmî hayat ve hassâsiyetler öylesine zayıfladı ki, postmodern bir dille âdetâ ‘ne olsa gider’ noktasına gelindi. Neredeyse bir hükmü genel kanaatin aksine sübûtu ve delâletiyle dile getirecek kimse kalmadı. Planlı yollarla ‘nasıl oruç tutulmaz’, ‘nasıl namaz kılınmaz’, ‘niçin örtü takılmaz’, ‘nasıl kurban kesilmez’ fetvâlarıyla ün yapan bir ilâhiyatçı zümre teşekkül etti.
Hiçbir mâliyeti, yükümlülüğü, helâli-harâmı olmayan bir dîn câzib hâle getiriliyor. İlâhiyatçılar, niçin açık ve belli hükümlerin gerekmediğini anlatıp insanları meşrûiyet krizinden, günâh korkusundan kurtarmaya çalışırken; dînini rükünleriyle yaşamak isteyenlerin nasıl ‘bid’at ve hurâfeler, yanlış fetvâ ve fikirlerle dîni zorlaştırdıkları’nı söyleyip duruyorlar. Herkese telkin edilen dîn, postmodern bir Hıristiyanlıktır: ‘Tanrıyı sev ve dilediğini yap!’ Böyle olunca hükümler, farzlar, vâcibler, sünnetler, haramlar fazladan yük geliyor, insanlar İslâm’dan soğutuluyor.”
Yazar her ne kadar mes’ûliyyeti bir kısım ilâhiyatçıların üzerine yüklemişse de, bugün piyasadaki pek çok Müslüman kimlikli kişi ve grubun ağzının içinde gevelediği gerçeği net yakalamış: Harâmı olmayan bir dîn!
Bütün inanç sistemlerine el atarak bozmakta mâhir olan kavm-i Yehûd’un son numarası işte budur. İbâdetsiz bir hâle getirdikleri Hıristiyanlığı hele de Evangelizm çıkışıyla tamâmen “haramsız, yasaksız bir dîn” yaptıkları gibi; şimdi aynı numarayı İslâmiyet’e yapmaya çalışmaktadırlar. Calvenist yardakçıları da işe çanak tutmaktadır. “Reform” arzularına -hem de- Mekke’de son noktayı koyanları mercek altına yatırınca, mes’ûliyyetin sâdece “bir kısım ilâhiyatçı” ile sınırlı kalmadığını dehşetle görmekteyiz. “Evangelizmin Türkçesi” acabâ kimin ve kimlerin ma’rifetidir?