Geçtiğimiz günlerde, Özal’ın dava arkadaşlarından eski Devlet Bakanı Vehbi Dinçerler, Kalender Orduevi’nde “irtica brifingi” vermeye kalkışan Kenan Evren’e nasıl posta koyduklarını anlattı da, manşet yaptık hani… Haberi gören dostumuz, “Hatırlıyorum” dedi: “Merhum Özal, vefatından önceki son Ramazan’da müthiş bir konuşma yapmıştı. O konuşmanın metnini ya da CD’sini bulabilirsen eğer, yazmaya değer!..” Verdiği bilgi bu kadardı. Peşine düştük. Hekimler Birliği Vakfı’nın, 1993 Ramazan’ında verdiği iftarmış… Hilton’da… Merhum Özal, vefatından kısa bir süre önce konuşuyor… Tam metin… Giriş şöyle: “Bugün burada 1993 yılında bu konuların rahatça konuşulabilmesinin mutluluğunu öyle zannediyorum ki herkes paylaşmaktadır. Aslında şunu söylemek lâzım, cemiyetlerin, toplumların, ülkelerin ilerlemesinin sırrı nedir, diye bakarsanız, birkaç tane önemli esas söylemek mümkündür. Bunlardan bir tanesi düşünce ve düşünceyi ifade etme hürriyeti, bir tanesi din ve vicdan hürriyeti ve bir tanesi de teşebbüs hürriyetidir. Bunların olduğu bir toplumda ilerleme fevkalade başarılı ve gerektiği şekildedir.” Merhum böyle giriyor, söze. Ardından… “Bilmem reaksiyon gelir mi?” diyerek… Sıkıntılı bir konuya giriyor. “Resmi tarih!..” “Yalan tarih!..” “Balığı kavağa çıkaran tarih!..” Özal’dan bir hatırayla: “Ben ilkokuldayım, 1930’lu yıllar. İlkokul son sınıftayım. Tabii o zaman bizi bambaşka yetiştiriyorlar. İlkokulda okutulan bazı şeyleri, bugünkü benim yaşlarıma yakın kimseler herhalde hatırlayacaklardır. Biz; bir Türk’ün dünyaya bedel olduğunu, ondan sonra daha birçok şeyleri öğrendik. Ama kendi ufak dünyamızda öğrendik bunları. Yani, dış dünyayla hiçbir alâkamız yoktu. Dış dünyayı değil, İstanbul’u bile bilmiyorduk. Ben bunları okuyorum kitaptan; iyi de bir talebeyim. Rahmetli dedem o sırada bize misafir gelmiş. O da gençliğinde İstanbul’da bulunmuş, Sultan Abdülhamit zamanında. Okuduğum tarih kitabı ‘Kızıl Sultan’ diyor, Sultan Abdülhamit’e. Ben okuyorum, Dedem de dinliyor. Döndü dedi ki, ‘Bunların hepsi yalan! Size yanlış öğretiyorlar!’ Ben de dedim ki; ‘Dede sen mi doğru söylüyorsun, yoksa kitap mı?’ Tabii aradan seneler geçti; biz böyle büyüdük. Aradan seneler geçti, yurtdışına gittik, yurtdışında da kaldık. Orada da bazı kitaplar okuduk. Orada da bu konularda biraz araştırma yaptık. Yurtiçinde ufak-tefek kenarda, köşede kırıntı gibi gelen, -o sırada çok sarih değil- bilgiler var. Baktım ki Dedem haklı. Onun üzerine kendi kendime sordum ve dedim ki: ‘Şu tarihin veya tarihi aldatmanın tersliğine bakın; bu zâta ‘Kızıl Sultan’ dediler, devrine bakıldığı zaman hemen hemen hiçbir toprak parçası vermemiş, siyaseti fevkalade iyi idare etmiş, demiryollarını yapmış, birçok şeyleri var, bunları görüyorsunuz. Ondan sonra İttihat-Terakki (İT) gelmiş; birlik ve gelişme (!) öyle mi? 1909-1918’de koskoca imparatorluk bozuk para gibi harcanmış. Doğru mu, değil mi? Şimdi tarih bu işi nasıl bu kadar yanlış yapabilir. Yani bu suali sormamız lazım diye düşünüyorum. Zannediyorum bu sualler soruluyor artık. Bu suallerin sorulması lâzım. Bunun gibi başka suallerin de sorulması lazım. Tarihi doğru bilmeden, hep yanlış şeyler öğrendiğimiz zaman, hakikaten gelişmemiz imkan dahilinde değildir.” Evet… Özal, düşünmeyi tavsiye ediyor. “Aklı olmayanın dini de yok” malûm!.. Düşünmek ve sorgulamak gerek. Resmi tarihi, hamasi söylemleri, kurtarıcıları… Özal’ın işareti açık değil mi: “Bu suallerin sorulması lâzım. Bunun gibi başka suallerin de sorulması lâzım!..” Ve tabii şu tespit de çerçevelenmeli: “Tarihi doğru bilmeden, hep yanlış şeyler öğrendiğimiz zaman, hakikaten gelişmemiz imkan dahilinde değildir.” Özal, sağlığında “tabu”yu sallamıştı… “Yıkmak…” Özal’ın o gün, “çok ümitliyim” diyerek işaret ettiği, “yeni neslin işi.” E, o konuşmanın ardından da 16 yıl geçmiş… Yeni nesil… Şimdi!.. |