Batı'dan gelen her şeyi sorgusuz sualsiz almaya kalkıştığımız; kendi kültür ve medeniyet iddialarımızı ve rüyalarımızı terk ettiğimiz için dünyada entelijansıyası olmayan tek ülke biziz. Bu, aslâ tesadüfî bir şey değildir. Çünkü Batılıların Rönesans ve Reformasonla geliştirdikleri küresel meydan okumanın önündeki hem en büyük engel, hem de onun "alternatif"i olabilecek kültür ve medeniyet birikimine ve iddiasına sahip en güçlü aktör biz olduğumuz için; Batılılar, bu engelin ve aktörün bertaraf edilmesi amacıyla tam 3 asır üzerimize çullandılar. Önce Osmanlı'yı tarihten sildiler; ama bu ülkeyi ve bu "millet"i ortadan kaldıramadılar; Çanakkale ve Kurtuluş Savaşları'nda verdiğimiz destansı direniş mücadelesi ve mücahedesiyle bu ülkeyi dışardan saldırarak yok edemeyeceklerini gördüler. Ama konformistlerin veya komitacıların da katkılarıyla bu ülkeyi laikleştirerek içerden çökertme, zihinsel olarak sömürgeleştirme projesini uygulamaya koydular. Sonuçta, Türkiye'nin omurgası çökertildi: Bu ülkenin çocukları, bu ülkenin kültürünün, tarihinin ve medeniyet birikiminin sunduğu rüyaları görmüyor artık. Büyük rüyalar görebilecek derin kaynaklardan ve ufuktan mahrum. Müslüman bir ülkenin laikleşmesi, kendine özgü köklü iddialarını terk etmesi demekti. O yüzden Batılılar, laikleşme projesini bugün bütün İslâm dünyasına derinlemesine uygulamak için vargüçleriyle çalışıyorlar. Amerikan dış politikasının yapılmasında kilit roller oynayan Zbignew Brzesinski, Pazar günü Los Angeles Times gazetesinde yayımlanan yazısında, Amerika'nın İran'a saldırmasının, Amerikan yüzyılının sona ermesiyle sonuçlanacağı uyarısında bulunuyor ve Amerikan yönetimine, Türkiye'de uygulanan laikleşme projesinin İran'a da uygulaması durumunda asıl hedefe ulaşılacağı nasihatını yapıyor. Şöyle diyor Brzezinski: "İran, eğitim, sosyal hayatta kadının yeri ve özellikle de genç kuşağın sosyal beklentileri açısından yakın bir gelecekte, Türkiye'nin geçirdiği evrime benzer bir evrim geçirebilecek objektif önşartlara sahip bir ülkedir" Brzezinski'nin söylediği şey çok açık: İran'ı dize getirmenin ve teslim almanın yolu, İran'ın İslâmî iddialarından vazgeçmesine imkân tanıyabilecek laikleşme projesini hayata geçirmekten geçiyor. Şunu artık kafamıza iyice kazıyalım: Bugün Batı kültürünün omurgasını Hıristiyanlık değil; laiklik oluşturuyor. Batılılaşma, laikleşme demektir. Batı dışındaki ülkelerin laikleşmeleri, içerden teslim alınarak kendi kendilerine intihar etmeleri anlamına gelmektedir. Elbette ki, laiklik, Batı'yı kurtarmış ve Batılıların tarihe girmelerine imkân tanımıştır. Ancak Batı dışındaki kültürlerin ve toplumların laikleşmeleri, Batılılar gibi tarihe girmeleriyle değil, önce zihinsel olarak köleleşmeleriyle, sonra da fiilen tarihten silinmeleriyle ve gitmeleriyle sonuçlanacak bir intihar girişimidir. Ayrıca Batı'da laikliğin itici gücü İslâm, kaynağı da Antik Yunan düşüncesidir. Ama bu, İslâm'ın laik bir din ve dünya tasavvuru önerdiği anlamına gelmez; aksine İslâm'ın Batı'da olmayan bir şeye sahip olduğu, yani din ile dünyayı, ruhla bedeni bir bütün olarak kavradığı ve yarın tarihin yapılmasında bu kez yeniden birinci derecede etkili olabilecek yegâne güç ve kaynak olduğu anlamına gelir. Batıyı ayağa kaldıran laik tecrübe, aynı zamanda, azmanlaştıran ve büyük bir felsefî, ahlâkî ve toplumsal çöküş yaşamasına zemin hazırlayan iki başlı kılıç gibi bir işlev görüyor. Çünkü laiklik, bölücü ve çatışmacı bir hayat-dünya sunar: İnsan'ın Tanrı'yla ilişkisini koparır; ruhu bedenden ayırır; bireysel, etnik, sınıfsal ve ırksal kimlikleri mutlaklaştırır. Güçlü olanın haklı ve hâkim olduğu darwinyen bir dünya, sunabileceği tek dünyadır. Bu da, güçlü olan dışındaki her şeyin ve herkesin ölümünü beklemeyi önceden kabullenmesi demektir. Laikliğin tanrısı, çıkar ve çatışma'dır: Bireysel, etnik, ulusal, cinsel, bedensel ve maddî her tür çıkar ve çatışma. Orta ölçekli küresel bir siyasî ve ekonomik kriz, laik bir dünyanın çatışma ve kaosların eşiğine sürüklenmesi için yeterlidir. Nitekim bu gerçeği çok iyi gören Brzezinski, Amerika'nın İran'a saldırısının, Amerika'yı içinden çıkamayacağı büyük bir iç kaosun eşiğine sürükleyeceği uyarısında bulunuyor. O hâlde yakıcı soru şu: İslâm dünyası, yaklaşık 2 asırdır çektiği onca çileye, ıstıraba, işgal ve katliamlara rağmen, hâlâ her türlü tecavüz'e karşı direnme, ayakta ve hayatta kalma, hatta yeniden toparlanma, zorluklara teslim bayrağı çekmek yerine, zorlukları teslim alma iradesine sahip olduğunu neye dayanarak ve nasıl gösterebiliyor? |