İçinde bulunduğumuz durumu sonsuza kadar sürecek sanmak yanılgısına hepimiz sahibiz. O anda durum neyse onun ilanihaye süreceğini sanıyoruz. Bütün düşünce sistemimizi, hayattaki duruşumuzu, bu “sonsuzluk” anlayışı üzerine bina ediyoruz. Yüz yıl önce, dünya haritasını basan matbaaların kullandıkları klişelerin arasında “Türkiye Cumhuriyeti” kalıbı bulunmuyordu. Öyle bir ülke yoktu. Yüz yıl sonra olacak mı peki? Doğrusu bundan çok emin değilim. Biz Türkiye Cumhuriyetini “dünya durdukça duracak” bir gerçeklik gibi algılıyoruz ama doğru mu algılıyoruz? Türkiye Cumhuriyeti varlığını sürdürebilecek mi? Yoksa “cumhuriyet, Osmanlı’nın yıkılışının son bölümüdür” diyen tez doğru mu? 2006 yılında ülkemize baktığımızda “yanlış giden” bir şeyler olduğunu görüyoruz. Bir “ülke” görüntüsünden gittikçe uzaklaşıyoruz. İkinci Dünya Savaşı felaketini yaşamış, yakılıp yıkılmış, tarumar olmuş Avrupa ülkeleri çoktan başlarını alıp gittiler. Aramızdaki fark gittikçe açılıyor. Daha on yıl önce, bizim en çok korktuğumuz “faciayı” yaşayıp parçalanmış olan Rusya kısa zamanda toparlanıp yeniden dünyanın en önemli ülkelerinden biri oldu. Rejimleri yıkılan Doğu Bloku ülkeleri yeni rejimlerini oturtup birer birer AB’ye giriyorlar. Biz ise dengemizi bir türlü bulamıyoruz. Yeni bir çağın başında hala en büyük sorunumuz, “üniversiteye giden kızlar başını örtsün mü örtmesin mi” tartışması. Bu, bize doğal gözükebilir. Ama bir adım geri çekilip tabloya öyle bakın. Genç kızların “saçlarını” rejim meselesi yapmanın bir ülkenin yapısı hakkında pek iyimser ipuçları vermediğini göreceksiniz. Ülkenin her yanından “çeteler” çıkıyor. Bu kadar çok “çetesi” olan herhangi bir ülke biliyor musunuz? Bu çeteleri hangi yapı doğuruyor? Ve, bence en korkuncu, liselerimizin birer cinayet mahalline dönmesi, “liseli katil” sayısının patlaması. Böylesine korkunç bir gelişmeyi gerçekten sadece “Kurtlar Vadisi” dizisiyle açıklayabileceğinize inanıyor musunuz? Hiç aklınıza “eğitim sisteminde bir hata mı var” sorusu gelmiyor mu? Hastalıklı bir böbürlenmeyle doldurulan çocukların, o eğitimle sahte biçimde şişirilmiş egolarının hayatın gerçekleriyle karşılaştıklarında delik deşik olmasının nasıl sonuçlar vermesini bekliyorsunuz? Amerika’daki, İngiltere’deki, Almanya’daki yaşıtlarıyla rekabet edecek olan çocukları, bu rekabete hazırlayabiliyor muyuz? Yoksa o ülkelerin gençlerinin bizim gençlerimizden daha iyi yetişmesini bir “doğa yasası” gibi kabul etmekten yana mıyız? Toplumun, belki de en önemli sorunu karşısındaki sessizliği sizi bu ülkenin geleceği için ümitlendiriyor mu? Cumhuriyeti kurarken “devleti” gerektiği biçimde oluşturamadık. Atatürk’ü, bir devleti kuran bir lider konumunda tutmayı beceremeyip onu “kutsal bir tabu” haline getirmemiz elbette ülkemizin entelektüel derinliği konusunda soru işaretleri yaratıyor. Ama daha önemlisi, kurduğu devletin mayasına “demokrasiyi” katmayı başaramayan bir lideri kutsallaştırdığınızda “demokrasi dışı” bir yapıyı da kutsallaştırmış oluyorsunuz. Ardarda kuşakları “demokrasi” bilincinden yoksun yetiştiriyorsunuz. Demokrasiyi kendi “kutsalları” arasında görmeyen insanlar yetiştiren bir ülke demokrasiyi özümseyebilir mi? Peki, siz hiç geleceği parlak “demokrasisiz” bir ülke gördünüz mü? Gelişmiş bütün ülkelerin demokrasisi olması pek de aldırmamamız gereken bir tesadüf mü? Yaşadığımız iç savaşta, faili meçhul cinayetlerde, her yandan fışkıran çetelerde, o çetelerin içinden her seferinde askerlerle polislerin çıkmasında, liseli gençlerin birbirlerini vurmasında, yetmiş milyonluk bir toplumun 2006 yılında en büyük sorununun “genç kızların saçı” olmasında siz “demokrasi” eksikliğinin hiçbir izini görmüyor musunuz? Sakatlanmış bir imparatorluktan “sağlam” bir cumhuriyet yaratma mucizesini ne yazık ki gerçekleştiremedik. Bu mucizeyi bundan sonra gerçekleştirebilir miyiz? Televizyon programlarında bir tek özgün cümle söylemeden yalnızca ezberlenmiş cümleleri tekrarlayan, hamasetten ihtiyarlamış üniversite gençlerine, her yanından silah fışkıran liselere baktığınızda bu mucizenin işaretlerini görebiliyor musunuz? Türkiye Cumhuriyeti iyi bir yere gidiyor gibi gözükmüyor. Ne olacağını bilemem ama kesinlikle söyleyebileceğim tek şey, yola böyle devam etmemizin mümkün olmayacağı. Toplum ve devlet kendini değiştirmek için gerekli iradeyi gösteremezse bizi hayat değiştirecek. Geleceği kişisel olarak pek de umursamayacak bir yaştayım artık. Ama gönlüm genç çocukların gelişmiş ülkelerdeki çocuklar gibi huzurlu ve zengin yaşamasını istiyor. Ama bugünkü tabloya baktığımda, aklım gönlüme acıyor. |