Tam on altı yıl önce, 5 Eylül 1990'daki "Özal neden yetki istiyor?" başlıklı yazımı yeniden yayınlıyorum. Yazıyı okuyunca Türkiye'nin 16 yılı nasıl heba ettiğini de göreceksiniz.
"Anayasa'nın 92'nci maddesine göre "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere gönderilmesine ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasına izin verme yetkisi" TBMM'ye aittir. Turgut Özal bu "yetki"nin hükümete devredilmesini istiyor. Özal'ın TBMM'nin elindeki etkiyi neden hükümete devretmesini istediği ise en güncel ve en çok tartışılan konu. Herkes sorup duruyor: "Özal neden 'yetki' istiyor?"
Yeryüzünde ülkelerin "hangi malları, nasıl ve ne kadar" üreteceğini belirleyen bir "dünya işbölümü" vardır. Ülkeler evrensel ekonomiden "dünya işbölümündeki" konumlarına göre pay alırlar. Örneğin, Amerika "aslan payını" yutarken, pastanın oluşmasına fazla bir katkısı olmayan Afganistan olsa olsa "tabağı" sıyırır. Turgut Özal'ın "yetki" istemede bu kadar ısrarlı olmasının sebebi, Ortadoğu'daki işbölümünün yeniden düzenleneceğine olan "sarsılmaz" inancıdır.
Anlaşıldığı kadarıyla Turgut Özal sadece artık "Saddam'ın kalamayacağını" değil, Ortadoğu'nun da yeniden şekilleneceğini düşünmektedir, hatta bundan emindir. Özel bilgi ve istihbarattan yola çıkarak yaptığı tüm yorumlar, Özal'ı hep aynı noktaya; Ortadoğu'daki muhtemel ve köklü değişikliğe tartışılmasız bir şekilde inanmaya zorlamaktadır. Özal'ın bu öngörüsünün gerçekleşmesi halinde "yetki" Türkiye'nin pastanın yeni bölüşümünden eskisinden çok daha büyük bir pay almasına yardımcı olacaktır. Özal, "yetki" sayesinde uluslararası "pazarlıkta" çok daha rahat edecektir.
Özal'a "yetki" sadece Ortadoğu'daki yeniden düzenlenecek "işbölümünde" birkaç basamak atlamak için gerekli değildir. Aynı zamanda "yetki" pastadan büyükçe bir pay almayı umut eden Türkiye'yi Ortadoğu'yu yeniden şekillendirme pazarlıklarında tehlikeli gelişmelere karşı koruyacaktır. Ortadoğu'yu yeniden şekillendirirken, bir "Kürt devleti"ne izin verilmesi Özal'a göre Türkiye'ye yönelebilecek en büyük tehditlerin en birincisidir. "Kötü ihtimallerin" ikincisi, Irak'ta Saddam'la birlikte Baas rejiminin de devrilmesidir. Baas rejiminin devrilmesi Irak'ta nüfusun çoğunluğunu oluşturan "Şii"lere iktidar yolunu açacaktır. Böyle bir gelişme Türkiye'nin "Şii iktidar"lardan oluşan İran, Irak ve Suriye çemberine hapsedilmesiyle sonuçlanır. Özal'ın "yetkiyi" bu iki olası tehlikeye karşı da panzehir olarak kullanmak istediği söylenebilir.
Bundan önce Türkiye son olarak dünya işbölümündeki yerini daha doğru düzgün bir noktaya getirme arzusunu 2. Dünya Savaşı sırasında gösterdi. Bu isteğin dürtüsü ile de Nazi Almanya'sı ile abartılı bir "dış ticaret" içine girdi. Öyle ki 1937'deki tüm ithalatımız içindeki Almanya'nın payı yüzde 42, ihracattaki payı ise yüzde 37 idi. Bu "politik" amaçlı alışveriş bizi "ekonomik gerçeklerden" kopardı. Çünkü Almanya elimizdeki kroma ulaşabilmek için, mallarımıza dünya fiyatlarının çok üstünde paralar veriyordu. Almanya yenilince Türkiye yaptığı yanlış tercihin "faturasını" belini doğrultamayarak ödedi.
Bugün ise dünya konjonktürü ve Türkiye'nin konumu daha iyimser olmamızı sağlıyor. Ama nihayetinde her yeni oluşum bir risktir. Ortadoğu boyutlarındaki bir risk ise kazanana büyük "getirebileceği" gibi, kaybedenden de büyük" götürür."
|