Türkiye'de tuhaf şeyler oluyor (veya olduruluyor): Türkiye, adım adım ve hızla İslâm'dan uzaklaştırılıyor. Türkiye, yaklaşık bir asırdan bu yana, anormal şartlar altında yaşıyor. “Eğer Türkiye'de şartları belirleyenler, gerçekten Türkiye'nin kendisidir, kendi elitleri ve halkıdır; Türkiye'nin elitleri, zihin yapıları, hayalleri, rüyaları itibariyle (onları Batılıların karikatürü katına yükselten) ödünç ve devşirme zihin yapılarına, ödünç ve devşirme hayallere, ödünç ve devşirme rüyalara sahip değildir”, diye düşünüyorsanız; içinde yaşadığımız şartların anormal olduğunu bilfiil ispat ediyorsunuz, demektir. “Türkiye, kendi hâline bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir.” Bu söz, Türkiye üzerinde/n uzun vadeli hesaplar, planlar ve stratejiler geliştiren, dünya sisteminin “ağababaları” tarafından söylenmiş ve arkasında muhkem bir şekilde durulan, onlar için hayat-memat meselesi olan bir sözdür. Bu sözün; yönünü ve aslî yörüngesini, dolayısıyla aklını, irfanını, izanını, vicdanını, insafını yitirmiş bir Türkiye için söylenmediğini iyi bilmeliyiz. Bu sözün, aslî yörüngesine ve yönüne ancak İslâm'la yeniden kavuşabilecek; İslâm'ın sunduğu esaslı, köklü, kuşatıcı ve kucaklayıcı bir medeniyet iddiasına yeniden sahiplenebilecek bir Türkiye için söylendiğini ve laik Türkiye'nin, gelecekte bu medeniyet iddiasına yeniden sahiplenmeMesini temin etmek, teminat altına almak için söylendiğini aslâ unutmamalıyız. Sahi, “medeniyetler çatışması” tezinin niçin ve kim için geliştirildiğini biliyor muyuz gerçekten? O yüzden, laik Türkiye, İslâm'la arasına mesafe koymuş (ve koydurulmuş); siyaset, ekonomi, kültür ve toplum hayatı, bütünüyle sekülerleştirilerek ve dolayısıyla İslâm'dan arındırılarak tanımlanmış bir bir ülkedir. Bizden, “özde değil, sözde Müslüman” olmamızı istiyorlar. Bu durumun, bu ülkeyi nasıl bir kültürel şizofreninin, büyük bir hercümercin ve yokolmanın eşiğine fırlatacağını göremiyor ve düşünemiyorlar mı gerçekten? Bu toplum, hakkın, hukukun, vicdanın, merhametin, adaletin, kuşatıcılığın ve kucaklayıcılığın hem teorik, hem de pratik yegâne kaynağının İslâm olduğu mesajını, en ücra noktalara ulaştırmayı varoluş nedeni olarak benimsediği ândan itibaren Söğüt'teki bir çadırdan, bu mesajı insanlık çapında evrensel bir medeniyet pratiğine dönüştüren büyük bir heyecan, ruh ve atılım dalgası üretmeyi başarmıştı. Dün, İslâm için varolan bu toplum, bugün, İslâm'ı hayatından uzaklaştıracak, bu nedenle de tarihten silinmesine yol açacak büyük bir tuhaflığın, büyük bir yokoluş mevsiminin ve serüveninin eşiğine doğru, üstelik de güle oynaya sürükleniyor. Bir ay içinde art arda düzenlenen mitinglerde, bu toplumun tarihinde, ilk defa, ülkenin önemli bir kesimi, İslâmî bir hayat tarzını, dünya görüşünü kabul etmediklerini, hatta çirkin sloganlar atarak reddettiklerini yüksek sesle dillendiriyor. Türkiye eğer sömürgeleştirilecek olsaydı, Batılı sömürgecilerin yapacakları şeyleri, onlardan daha acımasız, daha küstahça, daha arsız ve hayasızca yöntemlerle ve söylemlerle “sözde müslümanlar” yapıyorlar ve sonra da müslüman olduklarını söyleme iki yüzlülüğü sergiliyorlar. Türkiye, post-İslâm (=İslâm-sonrası) sürecine girmeye başlamıştır. İslâmî hayat tarzına, İslâm şeriatına, İslâmî dünya görüşüne karşı seküler bayrak açanların, küfredenlerin, hiç bir ikiyüzlülüğe ihtiyaç duymadan amaçlarını ve niyetlerini açıkça telaffuz etmeleri gerekiyor. Söz'de Batıya karşı çıkıp, öz'de Batılı / laik hayat tarzını ve dünya görüşünü benimseyerek, özde İslâmî hayat tarzını ve dünya görüşünü reddetmekle, ne kadar tuhaf bir çelişki yaşadıklarını neden göremiyorlar? Ayrıca, bu kişiler, nüfus cüzdanlarındaki tuhaflığı da neden özde reddetmiyorlar, öyleyse? Bütün bu “özde laiklik, sözde müslümanlık” gösterileri, söylemleri ve eylemleri müslümanlığın özünün inkâr edilmesi anlamına gelmiyorsa, ne anlama geliyor, acaba? |