“Bugün, New York'taki 'İkiz Kuleler'in vurulmasının 6.
yıldönümü.”
Bu cümle yanlış. Yanlış çünkü vurulan Amerika'ydı; ama Amerika'yı vuran ve
vurduran da yine Amerika'nın kendisiydi. Tıpkı Japonya'yı dize getirmek için
tezgâhlanan Pearl Harbor hikâyesi gibi bir oyundu bu da.
İkiz Kuleler'in vurulduğu saatlerde, bugün bulvar gazeteciliğinin
Türkiye'deki “en baba temsilci”si, toplumu kamplara bölen, toplumun özgürlük
alanlarını daraltmayı kendisine vazife edinen gazetecilik anlayışının dünyadaki
tek mucidi Hürriyet gazetesinin yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, CNNTürk'te canlı
yayında kedisine sorulan “İkiz Kuleler'in vurulmasını yarınki gazetenizde nasıl
vereceksiniz?” sorusuna Özkök, “Yeni Bir Pearl Harbor mı?” diye cevap vermişti.
Hürriyet, bu manşeti attı mı atmadı mı; ilk önce şaşkınlıkla atıp da,
sonradan b/ayılıp “yahu biz ne yapıyoruz?” diyerek kaldırıp attı mı, bilmiyorum.
Ama bildiğim bir şey var: İkiz Kuleler'in vurulduğu ve pornografik bir şiddet
diliyle bütün dünyaya dik/izlettirildiği saatlerde, hemen herkesin zihninde,
tıpkı Ertuğrul Özkök gibi, “Acaba yeni bir Pearl Harbor numarasıyla mı karşı
karşıyayız?” sorusu şekillenivermişti.
Yarın, yeri ve zamanı geldiğinde, “teröle savaş hikâyesi” şu ya da bu şekilde
nihayete erdiğinde, İkiz Kuleler'in vurulmasının tam bir tezgâh olduğu
açıklanacak.
İkiz Kuleler'in vurulmasını, ABD Başkanı George Bush, “hayat tarzımıza bir
saldırı” diye ilân etmişti. Amerikalıların hayat tarzlarına kim saldırmak
istiyor olabilirdi ki? Bu soru, cevabı önceden verilmiş bir soruydu: “Müslüman
teröristler”! Amerika, İkiz Kuleler üzerinden Amerika'yı vurarak, Müslümanları
ve İslâm'ı vurmak için aradığı bahaneyi üretmiş oldu.
Tekrar ediyorum: İkiz Kuleler'i Amerika'nın kullandığı / kullanmadığı gözü
dönmüş adamlar vurmuş olsalar bile, Amerika, “Amerikan hayat tarzına saldırı”
olarak nitelenen ve bu saldırı üzerlerine atılan müslümanlara ve İslâm'a ölümcül
bir saldırı başlatmak için zaten 1989 yılında Soğuk Savaş'ın bitmesinden
itibaren düğmeye basmıştı.
Yani, 11 Eylül olayı, 2001 yılında gerçekleşti; ama küresel / seküler /
kapitalist sistemin önünde en büyük tehdit olarak konumlandırılan İslâm'ı
komünizmden sonra küresel düşman ilan etme süreci, 1989 yılında başlatılmıştı.
11 Eylül hâdisesi, İslâm'ın tarih sahnesine yeniden bir medeniyet sıçraması
gerçekleştirerek çıkma girişimlerini yok etmek için başlatılan postmodern
savaş'ın kesinkes meşrûlaştırılmasının adı ve adresi oldu.
Çeyrek asırdan fazla bir süredir sürdürülen İslâm'la postmodern savaş süreci,
Amerikalıların mutlaka başlatmak zorunda olduklarını hissettikleri bir süreçti.
İslâm, durdurulmalıydı. Eğer İslâm durudurulmazsa, müslüman toplumlar, gerçek
anlamda siyasî bağımsızlıklarına kavuşacaklar, kendi doğal kaynaklarını
kendileri kullanacaklar, Amerikalılarla işbirliği yapan diktatörlüklere son
verecek, kendi kendilerini yönetecek mekanizmaları işletmeye başlayacaklardı.
Fas'tan Malezya'ya kadar, İslâm dünyasındaki İslâmî siyasî ve entellektüel
oluşumlar, İslâm dünyasının en güçlü aktörleri hâline gelmek üzereydi. Bütün
primitifliklerine ve zaaflarına rağmen, İslâmî siyasî ve entellektüel sıçrama,
durdurulamazsa, Amerika'nın ve küresel sistemin sözmürüye, sığ, vulger / bayağı,
sadece hız ve haz'ı kutsayan kültürüne dayanan haksız, hukuksuz hegemonyası
çatırdayabilirdi.
Kaldı ki, Çin, Hint, Rus, Afrika ve Latin Amerika kültürleri, kapitalist /
seküler Batı kültürüne meydan okuyabilecek güçlü insan, kâinât ve Tanrı
tasavvurlarından yoksundular. Küresel kapitalist / seküler Batı kültürüne çok
çabuk teslim olmuşlar ve metamorfoza uğramışlardı.
Yalnızca İslâm, başkalarına, başka dinden, kültürden insanlara, hatta
ateistlere gerçek anlamda ötekileştirmeden kendileri olarak ve kendileri kalarak
varolma, yaşma hakkı tanıyordu. Sadece İslâm, insanın tabiatla ve Yaratıcı'yla
kopan ilişkilerini yeniden kurma dinamizmi taşıyordu. Haksızlık karşısında
susanı dilsiz şeytan olarak gören, adalati, hakkaniyeti, insan kardeşliğini ve
küresel barışı ve adaleti tesis etme imkânı sunabilecek kuşatıcı ve kucaklayıcı
köklü paradigmalara sadece İslâm sahipti. Batılılar bunu çok iyi kavramışlardı.
O yüzden İslâm'la postmodern bir savaş süreci başlatma ihtiyacı hissettiler.
Shakespeare'in oyunundaki canavar Caliban, bir ânda Taliban'a dönüştürüldü
|