11 Eylül olayları gerçekleştiğinde tüm dünya için
bunun “bir milat olacağı, artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağı” yönünde
epey tezler ortaya atıldı. Bir milat olarak 11 Eylülün anlamı Amerika'nın adeta
ilahlaştırıldığı bir mevkie oturtulması anlamına geliyordu. Tuhaf biçimde
Afganistan'ın işgaliyle başlayan kuşatma stratejisini alkışlayanlar kadar karşı
çıkanlar da Amerika'nın askeri ve ekonomik gücüne adeta metafizik bir boyut
katan yaklaşım sergilediler. Her devrin adamı olan, ilkelerden ve “insanlık
durumu”ndan çok “güç” karşısında gözleri kamaşan aydın. gazeteci, akademisyen
sınıfından olanlarla hak, adalet, mazlumdan yana olmak adına saldırılara karşı
çıkanların ABD gücüne yükledikleri anlam neredeyse birbirinin simetrisi gibiydi.
Amerikan işgaline karşı çıkarken adeta insanlığın sonunun geldiğini ima eden,
insanlığın tüm umutlarını Amerikan insafına terk eden bu yaklaşımın sonuç olarak
toplum üzerindeki etkisi, güç karşısında tapınır gibi eğilen, bu coğrafyanın
Amerika'dan başka hiçbir seçeneği olmadığına ikna ve icbar etmeye
çalışanlarınkinden pek de farklı değildi.
Evet, 11 Eylül sonrası Afganistan ve Irak işgal edildi. Saldırılarda hayatını
kaybedenlerin bilmem kaç yüz katı masum insan katledildi ve kan akmaya da devam
ediliyor. Amerika dünyanın her köşesinde askeri üsler kurarak adeta kuş
uçurtmuyor. Pek çok ülkede panayır devrimleriyle istediği yönetimleri iş başına
getirebileceğini göstererek potansiyel sistem dışı liderliklerin kendilerine
çekidüzen vermeleri için yeterli sinyalleri göndermiş oldu. Soğuk savaş
döneminin sona ermesinin üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen hala rakipsiz
görünüyor ve tek kutuplu sistem/sizliğin (şimdilik)tek belirleyicisi olduğu
iddiasını sürdürüyor.
Bu arada şunu hatırlatmada yarar var: Küreselleşmenin Amerikan hegemonyası
ile birlikte anıldığı bu evrede “yeni emperyalizm” tartışmaları yahut “Amerikanı
imparatorluğu” modelleri üzerine yapılan teorik tartışmalarda eksik olan bir şey
var. Her şeyden önce toprakları kana bulanan Ortadoğulular yani bu toprakların
sahipleri yani İslam medeniyetinin mirasçılarının ne düşündükleri, nasıl bir
çıkış için kafa yordukları hususu adeta atlanıyor. İşgale, zulme ve bunca kıyıma
uğrayan, “ yeryüzünün lanetlileri” gibi bakılan ve islamofobinin gittikçe artan
bir şiddetle pompalanarak her türlü şiddet ve katliamın meşrulaştırıldığı İslam
dünyasının mağduriyetin öznesi olarak nerede durduğu, ne düşündüğü. nasıl
hesaplaşacağı gibi sorular adeta es geçilmekte. Müslümanları savunma adına
geliştirilen dil onların insiyatif almalarını engelleyen, yarının dünyasında
belirleyici olmalarının önünü peşinen tıkayan bu savunma biçiminin en az
Amerikan işgalini alkışlayanlar kadar tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Büyük
Ortadoğu Projesi gibi baştan 'düşük doğan' toplum mühendisliği projelerine
gönüllü hizmet verenler kadar buna karşı çıkarken İslam dünyasını parantez alan,
yok sayan kurtuluşu da yine 'hegemonik paradigmalar'da arayan bir tür
oryantalist bakışın muhalif ve alternatif dil adına içselleştirilmesi üzerinde
yeniden düşünmek gerekiyor. Başka bir yazının konusu olan bu hususu
hatırlattıktan sonra 11 Eylül'ün gerçekten bir milat olup olmadığı sorusuna
dönebiliriz.
Eldeki verilere göre ABD dünyanın en büyük gücü olmasına rağmen yenilmezlik
ve yeni bir dünya sistemi kuracak belirleyici güç olmaktan hızla
uzaklaşmaktadır. Gücü etrafında üretilen efsane çoktan aşınmıştır. Artık şu
kesin hale gelmiştir ki, İkiz Kulelerin “uçaklanması” işgal stratejisi açısından
bakıldığında bir sebep olmaktan çok sonuçtur. Yani İkiz Kuleler uçaklandığı için
işgal stratejisi uygulanmadı zaten var olan ve uygun zamanlamanın kollandığı bir
strateji söz konusuydu ve bu olaylar da bunun gerçekleştirmek için işaret fişeği
işlevi gördü.
Ancak, 1-ABD bunca güç gösterisine rağmen sistem kurucu bir dünya lideri
olmaktan çok çöken bir imparatorluğun özelliklerini sergiliyor. Çöken her
imparatorluk gibi Amerika da gittikçe daha fazla saldırganlaşıyor.
2-Dünya iktidarını veya çıkarların sürdürebilmesi için muhtemel rakiplerinin
önünü askeri olarak şimdiden kesmek istemektedir. Askeri varlığını sürdürecek
gerekçelerin, çatışma ortamlarının sürekli canlı tutmak istemesi bundandır.
Tıpkı Irak işgal gerekçelerinin koca bir yalan çıkması gibi..
3-Artık rakipsizlik iddiası görünürde sürse de potansiyel oluşumlar
kaçınılmaz biçimde meydan okumaya hazırlanmaktadır. (Muhtemelen Irak'ta da bu
rakip güçler çatışmaktadır.)
4-Asıl milat, küresel kapitalizmin geldiği aşamadır ve bu Amerika'nın devlet
stratejisinden ayrı, zaman zaman bitişik daha büyük kuşatmanın habercisidir.
5-Amerikan gücü, Pax Americana efsanesini yaldızı çoktan sökülmüştü.
6-Amerika'nın varsa gücü, medya ve entelektüel piyasalarla taşınan imaj
çalışmalarında yatmaktadır. Unutmamalı ki imaj hakikatin kendisi değildir;
gerçeğin yerine ikame edilmesi mümkün değildir.
|