BENDENİZ Müslümanım, hem de (bugünün ölçülerine göre) koyu Müslümanım. Benim Ezan-ı Muhammedi’den rahatsız olduğum düşünülemez. Lakin, Ezan’ın okunuş şeklinden, bilhassa hoparlörlerden son derece rahatsızım... Şunu da belirteyim: Ezan’dan rahatsız olan kişi İslâm’dan çıkar, kâfir olur, mürted olur. Bunu da bilen bir kimseyim. Ezan, İslâm’ın sesli bayrağıdır. Ezan, şeair-i İslâmiyedendir. Ezan, kutsaldır. Ezan, Arapça’dan başka bir dille okunamaz. Resûl-i Kibriya aleyhissalatü vesselam Efendimiz bir yere bir seriye (küçük birlik) gönderdiğinde, gece pusuya yatmalarını, sabaha doğru orada Ezan okunursa ilişmemelerini, okunmuyorsa İslâmî kurallara göre savaşmalarını emr ederdi. İslâm’ın en parlak devirlerinde hoparlör (mükebbire) yoktu. Yakın zamana kadar Ezanlar minarelerden müezzinler tarafından okunurdu. Son kırk elli yıl içinde hoparlör çıktı, en küçük cami ve mescidlere bile girdi. Sanki hoparlör farz-ı ‘ayn haline geldi. Hoparlör, zaruret (zorunluluk) varsa kullanılabilir. Yoksa kullanılması doğru değildir. Günümüzde, tarihî arızalar yüzünden din kültürü zayıflamış. Ezan okunması da bundan nasibini almıştır. Güzel okunan bir Ezan’dan kafirler, gayr-i Müslimler de rahatsız olmaz. Aksine zevk ve haz alırlar. Güzel okunmayan Ezan, kültürlü ve irfanlı Müslümanları üzer. Ezandan elbette rahatsız olmazlar, okunuşundan rahatsız olurlar. Ezan okumada hoparlörün, ses yükseltme cihazlarının yanlış ve kötü kullanılmasından şikayetçi olanları Ezan düşmanlığı ile suçlamak iftiradır, demagojidir. Zamanımızda sayıları çok azalmış olan sesi güzel, üsulünü bilen bir müezzin Ezan okurken hoparlör sonuna kadar açılırsa, zarar verir, dinleyenlerin kulaklarını tırmalar ve Ezana saygısızlık edilmiş olur. İşte bazılarına bunu anlatamıyoruz. “Benim dinim yüksek, o halde hoparlörün sesi de çok yüksek, en yüksek olmalıdır...” Bu, ne kadar ilkel ve cahilane bir düşüncedir. Yazık ki, yeni nesiller güzel okunan Ezan’ı bilmezler. Nadir istisnalar dışında böyle bir şey kalmamıştır. Ezan, günde beş kere tekerrür eden büyük bir hadisedir. Ezan okunur, Ezan bağırılmaz. İyi okunan, güzel sesle okunan, usulüne göre okunan Ezan, herkesin olmasa bile bazılarının tüylerini ürpertir, gözlerinden yaşlar akıtır. Namaz kılmayan bir kimse sabahleyin fecir vaktinde iyi bir Ezan okunurken yatağından doğrulur, huşu içinde dinler, sonra yatar. Bed sesli biri avaz avaz bağırarak, hoparlörü sonuna kadar açarak Ezan okusa, namaz kılan bir kimse bile yorganı başına çeker. Kabahat Ezan’da değil, okuyandadır. Uzun yıllardan beri, başta sayın Diyanet makamı olmak üzere Müslüman camia bu Ezan ve hoparlör meselesini halledemedi. Bed sesli, usul bilmez, cahil, görgüsüz birinin Ezan okuması Ezan’a ve İslâm’a ihanet ve hakaret olur. Akustik denilen bir ilim ve teknik vardır. Bundan bîhaber olan cahillerin camilere, minarelere rastgele hoparlör koymaları yanlıştır. Her iş uzmanına danışılarak, onun nezaretinde yapılmalıdır. Bendeniz İslâm’a, şeriat’a, Kur’an’a bağlı bir Müslümanım. Bazen civardaki camilerde Ezan okunurken penceremi kapatmak zorunda kalıyorum. Çünkü hoparlörleri o kadar fazla açıyorlar, o kadar fazla bağırıyorlar ki, Ezan’a ve kulaklara eza ediyorlar. Tezelden bir “Ezan Okuma ve Kaliteli Müezzin Yetiştirme Vakfı” (veya derneği) kurulmalı ve Ezan meselesine el atılmalıdır. Küçük camilerde vakit namazları kılınırken imamlar yakalarına mikrofon takmamalıdır. Mikrofonlar, hoparlörler bir fetiş haline getirilmemelidir. Zaruret yoksa, müezzinler minarelere çıkarak Ezan-ı Muhammedi okumalıdır. Bed sesli, kaba, cahil, usül erkan bilmez kimselere Ezan okutulmamalıdır. Türkiye’nin en güzel sesli, ruh soyluluğuna sahip, zarif, şehir kültürlü, müzik kulaklı, ihlaslı, terbiyeli çocukları seçilmeli ve beş on senelik bir tahsilden sonra iyi birer müezzin olarak yetiştirilmelidir. Müezzinlik; terzilik, doktorluk, mühendislik, tezgahtarlık veya balıkçılık gibi bir meslek değildir, bir geçim vasıtası değildir. Müezzinlik çok büyük bir ünvandır, rütbedir, şereftir. Resulullah Efendimiz “El-muezzin mu’temen” buyurmuşlardır. Peygamber Efendimizin vefatından sonra Bilal-i Habeşî hazretleri Şam’a hicret etmişti. Günün birinde Medine’ye geldi. Ona “Ne olur bizi kırma, bir Ezan okuyuver...” denildi. Yüksek bir yere çıktı, okumaya başladı. Allahu Ekber der denmez Medine halkı evlerinden fırladı. Bazıları Resulullah dirildi diye bağırıştılar. Halk hüngür hüngür ağlıyordu. Öyle bir cuş u huruş oldu ki, kalemle tasviri mümkün değildir. Heyecan doruğa çıkmıştı. Ağlayanın, bayılanın, kendini yere atanın haddi hesabı yoktu. Bilal-i Habeşî efendimiz (radiyallahu anh) o ezanı bitiremedi, gözyaşları içinde o da baygın düştü. Efendiler, her zaman olmasa bile biz böyle Ezanlar istiyoruz. Ezan okunduğu zaman ağlamak istiyoruz. Ezan okunduğunda tüylerimizin diken diken olmasını istiyoruz. Ezanla coşmak. Ezanla temizlenmek, Ezanla dirilmek istiyoruz. Lütfen, Allah aşkına Ezana ve bize eza vermeyiniz. Şeyh Sadi’den bir fıkra: Bir gün, seyyah (gezgin) olarak bulunduğu bir şehirde bir caminin önünden geçiyormuş, Minarede biri ezan okuyormuş. Sesi o kadar bed imiş ki, İstahr kalesinin (Ortaçağın en sağlam ve sarp kalesi...) dibinde bağırsa kale yıkılırmış... Ezan’dan sonra Şeyh Sadi-i Şirazî müezzine soruyor: - Erenler, sen bu ezanı kaça okuyorsun? Adam kaşlarını çatıyor ve: - Allah için okuyorum... cevabını veriyor. - Öyleyse ne olur, Allah için okuma!.. |