Hollanda resminin büyük ustalarından
Vermeher'in tablolarını andırıyor genç kız.
Başını üzüntüyle öne eğmiş.
Resim çekilirken, saçlarını örten beyaz
başörtünün yanağına değen kısmının gölgesi yansımış yüzüne.
Henüz on altı, on yedi yaşında.
Büyükçe bir salonun önündeki sahnede
duruyor.
Ve ağlıyor.
Öğretmenler Günü için yapılan kompozisyon
yarışmasını kazandığı için davet etmişler onu oraya.
Ödülünü alması için sahneye çağırmışlar. Tam
ödülünü alacağı sırada, aşağıda oturan kaymakamla binbaşı “İndirin onu
oradan” demişler.
Herkesin önünde, “bu ödülü almaya layık birisi
olmadığı” yüzüne vurularak aşağıya indirilmiş.
“Neden” diyebilmiş sadece genç
kız, “Neden?”
Böylesine aşağılanmasının, herkesin önünde
utandırılmasının nedenini öğrenmek istemiş. Bunun insanlığa, adalete, vicdana
uyan bir cevabı yok elbette.
Kendini bir an o kızın yerine koyabilecek kadar
duygu ve zeka sahibi biri, o kızın orada nasıl bir acı hissettiğini anlayabilir.
Ve, aynan o kız gibi sormak ister: “Neden?”
“Neden bu kadar insafsız, bu kadar vahşi, bu
kadar barbarsınız?”
“Neden çocuklarınızı böyle aldırmazca
üzüyorsunuz?”
Bu kötü kalplilik mi bilmiyorum ama o çocuğa
öyle davrananların da aynı muameleye uğramasını istiyorum. Vali, kaymakamı aynı
tavırla herkesin önünde sahneden indirtsin, o binbaşıyı “İndirin onu oradan”
diyerek komutanı utandırsın.
Ama tabi böyle şeyler olmayacak.
“Devletimizin görevlilerinin” başına gelmez
bunlar.
Başörtülülerin, Kürtlerin, Alevilerin,
solcuların, demokratların, milliyetçilerin, kısacası bu ülkete yaşayan halkın
başına gelir. Bu devlet, öylesine tuhaf davranıyor ki insanlara, normal hiçbir
devlet için akla gelmeyecek şeyler düşündürüyor.
Biliyorsunuz, bizim köy kahvelerinde bile
tekrar edilen bir laf vardır, “İngilizler bölerek yönetir:” Bu
lafı çok tekrarlarız. Bu sözü böylesine benimsememizin başka bir sebebi
olabileceğin düşünüyorum artık.
Osmanlı'dan bu yana bizim devletimiz kendi
halkına bu “böl, yönet” yöntemini uyguladığına aklım yatıyor. Huzursuzluğu
sürekli olarak “devlet” çıkartıyor çünkü. Birilerine “solcu diyor mesele
çıkartıyor, birilerine “Kürt” diyor mesele çıkartıyor, birilerine “Alevi” diyor
mesele çıkartıyor, birilerine “türbanlı” diyor mesele çıkartıyor.
Birisi solcu olunca birisi de sağcı oluyor
elbette, birisi Kürt olunca diğeri Türk oluyor, biri Alevi olunca öbürü Sünni
oluyor, birisi dinci olunca beriki laik oluyor.
Ve çatışma başlıyor.
Devlet bu işlere karışmamış, herkesi birbirine
düşman edecek kadar hoyrat davranmamış, bütün propaganda araçlarını insanları
bölmek için kullanmamış olsa, bu ülkede bu kadar düşmanlık olmazdı gibi geliyor
bana.
Değişik ırklardan, değişik mezheplerden,
değişik inançlardan, değişik fikirlerden insanlar, birbirimizle tartışarak yaşar
giderdik.
Normal bir ülkemiz olurdu.
Ama sanırım sorun da burada.
Bugünkü devlet kadroları, “normal” bir devlette
bugün bulundukları mevkilerde olabilirler miydi?
O küçük kızı sahneden indiren kaymakam
Kanada'da kaymakamlık, o binbaşı İsveç'te komutanlık yapabilir miydi?
Tekmeyle adam öldüren polisler İsviçre'de
polis, onların müdürleri İngiltere'de polis amiri, bakanları Hollanda'da bakan
olarak kalabilir miydi?
Harekete uğrayan profesör, “Sen şüphelisin,
sana her şey söylenebilir” diyen savcı hangi ülkede savcılık görevini
sürdürebilirdi?
Devletin halka karşı benimsediği bu
hoyratlığın, insafsızlığın, saldırganlığın geçerli bir sebebi olduğuna kaniyim
artık.
Bu ülkenin normalleşmesini istemiyorlar.
Hiçbir zaman istemediler.
Osmanlı'nın son döneminde de, cumhuriyette
de…
Hep bir mesele olsun, hep insanlar bölünsün,
hep huzursuzluklar yaşasın, hep çatışmalar olsun istiyorlar.
Halk bölünüp kendi içinde çatıştığı sürece
kimse devlet görevlilerinin birikimini, yeteneğini, zekasını, entelektüel
kapasitesini sorgulamayı akıl edemiyor. Birbirimizle uğraşmaktan başımızı
çevirip devlete bakamıyoruz.
Ama bir düşünün, sağcısıyla solcusuyla,
Alevisiyle Sünnisiyle, Kürdüyle Türkiyle, bu ülkede hapisten, işkenceden,
baskıdan geçmemiş hiçbir kesim yok.
Devlet, en çok “milliyetçileri” severdi, onlara
bile neler yaptı…
Çünkü aslında hiç kimseden yana değiller,
sadece gerginliğin sürmesini istiyorlar.
“Bölüyorlar, yönetiyorlar.”
İngilizler bunu “sömürgelerine”
yapardı..
Onlar kendi halklarına yapıyorlar.
|