Radyolar, televizyonlar ve ajanslar, onun "ölüm" haberini
verirlerken, "Şen Şapka'dan Vakko'ya" dediler... "94 yaşında" dün hayatını
kaybeden iş adamı Vitali Hakko, Beyoğlu'nda küçük bir şapka dükkanıyla başladığı
çalışma hayatında kurduğu Vakko'yu zirveye taşımıştı...
Hayatının son günlerine kadar çalışmasını sürdüren Vitali Hakko, "Hayatım
Vakko" adlı hatıra kitabında mücadelesini şöyle anlatıyordu: ''Benim
kuşağımın birçok iş adamı, işe sıfırdan başladığını söyler. Ben sıfırdan bile
başlamadım... Başladığım nokta sıfırın çok altındaydı!.. Genç Cumhuriyet'in
ilk kuşağıydık... Bize hız veren Atatürk devrimleriydi.'' Vitali Hakko,
1930'lu yılların başında, daha sonra Vakko'nun temelini oluşturacak olan ilk
küçük işini, bir "kadın şapkası" mağazası olan ''Şen Şapka''yı kurdu. Hakko,
''Giyim kuşam bir renktir, bir şenliktir.
Bu nedenle bizim markamız Şen Şapka'dır'' diyordu. Hakko'nun kendi
sözleriyle, ''Şapka devrimi, kıyafet devrimi olmasaydı, ne Şen Şapka, ne de
Vakko olabilirdi.'' Gerçekten de, "devrim"ler, özellikle de "şapka devrimi"
olmasaydı; ne Şen Şapka olurdu, ne de Vakko diye bir marka!..
KASTAMONU’DA İLK DENEME
Tabii, "şapka" deyince her ne kadar Vitali Hakko hatırlansa da, son derece
"muzip", bir o kadar da "acı ve dehşet" olaylar geliyor insanın
aklına. Meselâ 23 Ağustos 1925... Atatürk, elinde bir "Panama şapkası"yla
23 Ağustos 1925 gününün sabahında Ankara'dan ayrılır ve Kastamonu'ya
gider. Gider ve orada der ki:
- “Beynelmilel kıyafet, milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Yunan serpuşu
olan fesi giymek caiz olur da, şapkayı giymek neden olmasın? Kadın
arkadaşlarımız da yüzlerini açmalıdırlar.” - “... Medeni ve beynelmilel
kıyafet bizim için, çok cevherli milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Bunu
iktisa edeceğiz (giyeceğiz). (...) Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta
pantolon, üstte yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve bunların mütemmimi
olmak üzere siper-i şems-i serpuş... Bunu çok açık söylemek isterim. Bu serpuşun
ismine şapka denir.” Evet; 23 Ağustos 1925’te, yani bundan 82 yıl önce;
Mustafa Kemal Kastamonu’ya gitmiş, hem bunları söylemiş, hem de "ilk şapka"yı
giymişti...
“BANA, MECDİ’NİN ŞAPKASINI GETİRİN!”
Uzatmayalım... Mustafa Kemal; Kastamonu’ya gitmiş, “şapka”yı tanıtmış, artık
Ankara’ya dönmektedir... Gerisini; Veysel Akpınar’ın, 10 Mayıs 1989 tarihli
Tercüman’daki yazısından aktaralım: “Mustafa Kemal, Kastamonu’da başına
geçirdiği şapkayı bütün Türkiye’de yaygınlaştırmak için trene binip Ankara’ya
hareket ettiğinde, bu niyetinden kimsenin haberi yoktu. Ancak, o dönemin Vakit
gazetesinde çalışan Mecdi Bey müstesna. O; gazeteci olduğu için, haberi
duymuş ve binbir zahmetle bulduğu bir şapkayı kafasına geçirerek, istasyonun
yolunu tutmuştu...
Mecdi Bey, eski Meclis binasının önünden geçerken, Meclis binasının
balkonunda oturan Kel Ali (Çetinkaya) kendisini gördü. Ve onun kim olduğunu
sorduktan sonra, yakalatıp huzuruna çıkarttı. Mecdi Bey korkudan bir şey
söyleyemiyordu. Kel Ali;
“Bu gâvur şapkasını giymekten utanmıyor musun?” diye bağırıp çağırdıktan
sonra, kendisinin zindana atılmasını emretti. Daha sonra Mustafa Kemal’in
Kastamonu’daki konuşması Kel Ali’ye ulaştı. Şapka bulabilen herkes, onu
istasyonda karşılayacaktı. Ali Çetinkaya, mosmor olmuş bir vaziyette şapka
arayıp dururken, aklına birden zindana attırdığı Mecdi Bey geldi.
Gözleri parlıyordu: “Bana Mecdi’nin şapkasını getirin” dedi, “Ama kendisi
içerde kalsın!” Ve Kel Ali, Mustafa Kemal’i ilk defa bu şapka ile
karşılar.”
RIZA NUR ANLATIYOR
Şimdi de, bir başka anekdot: Yakın Tarih Ansiklopedisi’nin 1988 baskılı 1.
cildinde “şapka cinayeti” başlıklı bir bölüm var. O bölümde; “şapka” ile
ilgili olarak, ilk bakanlardan Dr. Rıza Nur’un yazdıklarına da yer
verilmiş. Buyrun, “olayın bir başka yönü”nü, Dr. Rıza Nur’un kaleminden
okuyalım: - “Bir kanunla fesi yasak edip, şapka giydirdiler. O; “din
elden gidiyor” diye, en ufak (...) şeylere saldıran hocalar,
sustular!!! Hatta tuhafı şu ki;
Kanun yapılmadan evvel de ilk şapkayı giyen bir "hoca" ve "müftü"dür. Bu
da bizim mâhut Kızıl Sakal Gürcü Hasan Fehmi’dir. Mustafa Kemal seyahate
çıkarken, Ankara istasyonunda ilk şapkayı giymeyi buna teklif etmiş ve bir şapka
da vermiş. Bu da giymiş.” (Hayat ve Hâtırâtım, c.4, s.1313) -
“Milyonlarca lira hârice aktı, gitti. Bundan da Yahudiler istifade ettiler.
İtalya ve Fransa’da mevcut yeni ve eski şapkaları milyonla memlekete soktular.
İki-üç frank kıymeti olan bu şapkalar, en aşağı on liraya (120 franka) satıldı.
Bunların çoğu zımpara kâğıdı ile temizlenmiş şapkalardı.” (A.g.e., s.1315)
İSKİLİPLİ ATIF HOCA
- “Bu iş aksülamellerde kalmadı. Sivas’ta, Erzurum’da, ötede beride halk
şapkaya karşı çıktı. Derhal Kel Ali’nin riyâsetinde bir İstiklâl Mahkemesi
dolaştırıldı. Epeyce adam astılar. Sayısını bilmiyoruz. Halk yıldı... İş
bitti. Asılan bir Hoca’ya pek acırım. Adını hatırlamıyorum (İskilipli Atıf
Hoca’dan bahsediyor). Zavallı, kanundan evvel şapka aleyhine bir risâle
neşretmiş, hem de bunu Maarif Vekâleti’nin izniyle neşretmiş... Adamcağızı
Ankara İstiklâl Mahkemesi’ne çektiler. “Ben bunu kanundan bir yıl evvel
neşrettim.
Maarif Vekâleti resmen izin verdi” dedi. Ama, dinlemediler,
astılar. Yahu, madem ki bu asılıyor, ona izin veren Maarif Vekili’ni de
assanız ya!” - “Hem de mesele Şapka Kanunu’ndan evvel!.. Kanunların
mâkabline şümûlü olmaz ve bu en mühim hukukî bir esastır. Burada daha feci bir
şey olmuş. Kel Ali, bu esnada baş cellât gibiydi. Muavini de Kılıç Ali...
Kel Ali fena adam değildir, cidden vatanperverdir, fakat cahil ve
safderûn. Kılıç Ali ise habis bir şey!.. Onun bir merakı vardı; mahkûm
ettiği adamların asılmasında da bulunurdu... Bu hünerini seyretmek ona zevk
veriyordu. (...) Bu Hoca’nın asılmasında, (İskilipli Atıf) Hoca’nın boynuna
ip geçirilirken, Kılıç Ali de başına bir şapka geçirmiş, “Giy domuz!” demiş ve
küfürler etmiş!.. Zavallı böyle ölmüş ve böyle saatlerce teşhir etmişler.”
(A.g.e., s.1317)
ŞAPKA VE EŞARPTAN KÖŞEYİ DÖNEN ADAM!
Bu vesileyle, Atıf Hoca’ya, bir kere daha Allah’tan rahmet diliyor ve bir
başka “anekdot”a geçmek istiyorum. Bu defa da, Köprü dergisinin Nisan 1988
sayısından bir anekdot... Şöyle: “Türkiye’de bir zamanlar “şapka devrimi”
yapılmıştı. “Çağdaşlaşma” yolunda, şapka giymenin kanunla mecburi hale
getirildiği bu devirler artık geride kaldı.
Şimdi şapkayı çok küçük bir azınlık “iktisa” ediyor. Fakat o yıllarda, bu
devrimden istifade ile köşeyi dönenler de olmuş. Vakko’nun sahibi Vitali
Hakko gibi!.. 21 Mart 1988 tarihli Milliyet’te, bugünlere gelişi için,
“Atatürk’e borçluyum” diyor Vitali Hakko!.. “1925’lerde Kemal Atatürk giyim
kuşam reformu yaptığında, Türkiye’de bu alanda yeni bir dünya açıldı. Şapka
reformuyla çarşafın ve fesin atılmasıyla ilk aklıma gelen şey, şapka yapmak
oldu. Kapalıçarşı’da bir dükkân açmıştık. Şapkaları gece hazırlar, gündüz
satardık. Cumartesi günleri kuyruk olurdu. Öyle kuyruk olurdu ki, izdihamı
önlemek için polis çağırırdık.” Bu röportajı yayınlayan Köprü dergisi, şu
ilavede bulunuyordu: “Fakat, şapkanın unutulduğu, tesettürün hızla yayıldığı
bugünlerde, Hakko yine işini bildiğini gösteriyor. Nasıl mı? Eşarp
üreterek!” Evet, “eşarp” üreterek!..
“Tesettürlü hanımlar”dan bazıları da, “Vakko eşarpları”nı tercih ediyor, iyi
mi?.. Demek ki, “kan” renkli “İskilip desenleri” hoşlarına gidiyor!.. Haa,
"eşarp"ın markası "Vakko" olunca "serbest" mi?.. Elbette hayır!.. Vakko
eşarplarının "satılması" serbest, ancak takılması "yasak!"... Hem de; adı,
"türban" veya "başörtüsü" değil, "eşarp" olduğu halde!.. Sonuç
itibariyle; Önce "şapka"dan, sonra da "eşarp"tan büyük "rant" sağlayan Vitali
Hakko ileri görüşlü bir "Musevi"ymiş!.. İyi "rant" sağlamış!.. Dün ölen
Vitali Hakko, işte bu adamdır... Yalnız, açık söylemem gerekirse; "Vakko"
markalı eşarplara her bakışımda, bir garip oluyorum... Sanki, üzerlerinden
"kan" damlıyor gibi geliyor bana!.. Evet, "kan"! "İskilipli Atıf Hoca'nın
kanı."
|