Peygamber'siz İslâm süreci Beşerî varoluş, zaman ve mekân boyutlarında vücûdiyet kazanır. Zaman ve mekân yaratılmıştır, dolayısıyla geçicidir. İnsan da yaratılmış olması hasebiyle geçici bir varlıktır. Ancak insan, Yaratıcı'nın ruhundan üflediği bir varlık olduğu ve Allahu Zü'l-Celâl ve'l-Cemâl'in bütün husûsiyetlerinin (isimlerinin ve sıfatlarının) mazharı yani tezahür ve tecellî ettiği "yer" olduğu için, kendisine emanetin yüklendiği mükellef bir varlıktır. Beşer kelimesi, müjde ve müjdeci anlamları da olan bir kelimedir. Müfredât sahibi Isfahânî, insana "beşer" denmesinin sebebi olarak, hayvanların aksine, insanın derisi görünen bir varlık olması olduğunu hatırlatır. Deri, bedene işaret eder: Dolayısıyla bedenin içindeki, merkezindeki kalbi, kalpte korunan hakîkati müjdeler, haber verir. Kalp, Hakîkat'in mekânı; beden ise kalbin ve kalple tahakkuk ettirilen hakîkatin hakikate dönüştürülmesinin imkânıdır. İnsanın kalbi ile aklı arasında kurulan irtibat, hakîkati insanda bedenleştirir. Bu işlem, insanı, Hakîkat müjdesi ve müjdecisi yapar. İnsana yüklenen emanet, Hakîkat'i tahakkuk ettirebilmesi, zamana ve mekâna yayabilmesi, Hakîkati zamanda ve mekânda tekevvün ettirebilmesi, yani vücut buldurtabilmesi ve vücut oldurtabilmesidir. İnsanın, Hakîkati vücut buldurtabilmesi ve vücut oldurtabilmesi, ancak "kul" olabilmesiyle mümkündür. Kul, hakîkatin aynasıdır çünkü. Beşerî varoluşun zamanda ve mekânda vücûdiyet kazanabilmesi, insanın, nisyan etmemesiyle, yani beşerin şaşmamasıyla imkân dâhiline girebilir: Yani, insanın zamana ve mekâna teslim olmaması, aksine zamanın ve mekânın hakîkate nasıl teslim olduğunu görerek, zamanı ve mekânı "teslim alabilmesiyle" mümkündür. (Zamanı ve mekânı teslim almak, zamanın ve mekânın tecessüm etmiş bir örneği olan tabiatı tahrip edecek şekilde tabiat üzerinde hâkimiyet kurmasını gerektirmez insanın. Aksine, tabiat, dolayısıyla kâinât, Allah'ın mülküdür, insanın değil. İnsan, bu mülke sahip olmaya kalkıştığı andan itibaren, bu mülke, dolayısıyla dünyaya, dolaysıyla kendi nisyanına teslim olmaktan, kendisini tanrılaştırma aymazlığına soyunarak özgürlüğünü yitirmekten kendisini kurtaramaz). Bu dünya (kâinât, tabiat) ve içindekiler, insana emanet olarak verilmiştir. Dolayısıyla insanın, emanete hıyanet etmemesi, emaneti koruması (mümin kişi olarak, emniyeti) teminat altına alması icap eder. İşte bunun yolu, kulluktan geçer. İnsan, kul olduğunun, yani şiarlarının şuuruna ulaşınca varlık şiire durur: Hakîkat, mekke / islâm sürecinde hayat bulur, münferit müslim şahsiyete bürünerek emaneti müdrik insan vücuda gelir; medine / iman sürecinde Hakîkat hayat olur, müşterek mümin / emaneti yerine getiren şahsiyet vücut olur, insan, kulluğunun şuuruna vararak vicdan'a kavuşur; vahyin kesildiği medeniyet / ihsan sürecinde, insan emanet ve ubudiyet / kulluk şuurunu varoluş vecdine dönüştürerek şiirleştirir. İnsana kulluğunu hatırlatan varlık, peygamberdir. Kâinatın kıvancı, tekevvünün övüncü Peygamberimiz (sav), kulluğunun idrakinde olan yegâne varlıktır; o yüzden, Muhammed'dir; o yüzden Mahmud'dur; o yüzden, Ahmed'dir: Yani övülmüştür. İşte bu sebeple, Livâü'l-Hamd (Hamd / Övgü Bayrağı) ondadır. Bize düşen mükellefiyet, vahyin olmadığı, kesildiği bir zaman diliminde, yani medeniyet sürecinde, Peygamberimizin tahakkuk ettirdiği kulluğu yerine getirmektir: Hilâfet mükellefiyeti. Kul'un olmadığı bir yerde, putların zuhûr etmesi; hayatın karanlıklar, zulümler ve işkenceler hapishanesine dönüşmesi önlenemez. Foucault'nun Batı uygarlığının modernlikle birlikte geldiği aşamayı "modernlik hapishanesi" diye tarif etmesi ve bütün hayatını bu hapishaneyi tasvir etmeye vakfetmesi, herhalde oldukça anlamlı olsa gerek. Bize her türlü puta karşı nasıl korunacağımızı öğreten yegâne Kul, Peygamberimiz'dir. Eğer, Peygamberimiz'i devre dışı bırakacak olursak, kendimizi putlara ve zulümlere teslim etmekten, zamanın ve mekânın saldırılarına maruz kalmaktan kurtaramayız. 11 Eylül sürecinden sonra İslâm dünyasına yapılan en büyük saldırı, peygamberimiz efendimizin devre dışı bırakılması amaçlanan, önüne gelenin Kur'ân'ı kafasına göre yorumlayacağı, İslâm'ı sekülerleştirmekle sonuçlanacak peygambersiz bir İslâm icat etme saldırısıdır. İslâm'la savaş, Obama döneminde, açıktan değil, daha örtük bir şekilde, Peygamber'siz, sekülerleştirilmiş bir "İslâm" icat edilmesi şeklinde sürdürülecektir. Bu konuda AB ve ABD, Peygamberimiz'i karikatürize eden bir ülkenin başbakanının NATO genel sekreteri olmasında ittifak ettiklerini göstererek, İslâm'a karşı nasıl bir tavır aldıklarını açıkça ilan etmişlerdir. Bu postmodern savaş, örtük ve ayartıcı yöntemlerle sürdürüldüğü / sürdürüleceği için çok daha tehlikelidir. O yüzden müteyakkız olmak zorundayız vesselâm… (Yusuf Kaplan, Y.Şafak) |