Durun, öyle daha yazının başlığını görüp bir yaftalama yapmayın.
8-10 dakika ayıracak zamanınız yoksa şu an bu yazıyı terkedebilirsiniz. Ama "Önyargılarımı birkaç dakikalığına bir kenara bırakabilirim" diyorsanız buyurun o zaman.
Evet, başlığın sizde yaptırdığı çağrışımdan farkettiğiniz gibi Deniz Feneri e.V etrafında koparılan fırtınayı yazacağım. Önyargınızın önüne geçemiyorsanız burada bile yazıyı bırakabilirsiniz.
***
Deniz Feneri e.V. davasının özü nedir? Almanya’da bir yardım derneği adına toplanan paraların yoksullara ulaştırılması yerine ortaya atılan isimlerin kendi menfaatlerine kullanması.
Daha açık ifade ile söylemek gerekirse… Alman yargı sisteminin soruşturma kapsamına aldığı 19 kişinin bu parayı şahsi işlerine aktarması.
Bunun ötesinde bir iddia var mı?
Yok.
Peki bu iddia edilen dolandırıcılığa söz konusu olan rakam ne kadar? 14 milyon Euro. Alman, savcılar, bunun ne kadarının belgesine ulaşamadığını söylüyor: Yaklaşık 8 milyon Euro.
Diyelim ki bu paranın tamamı “iç edildi”. Birilerinin dediği gibi bu para soruşturmaya konu olan kişiler tarafından yok edildi.
Şimdi, bu noktayı bu şekli ile bir kenara bakalım.
***
Şimdi sıralayacağım bir dizi olaydaki farkları, benzerlikleri, aykırılıkları lütfen dikkatli takip edin.
BİRİNCİSİ: Türkiye’de Ergenekon zanlılarının evinden veya işyerinden alınmasına tahammül edemeyen, gayri insani bulanlara bir çift sözüm var. Hatırlayın, bugüne kadar hiçbir Ergenekon sanığı çıkıp “Polis bana kötü davrandı” demedi. Dahası, hepsi de polisin nezaketinden dolayı teşekkür etti. Alman polisinin Deniz Feneri e.V.’nin de bulunduğu Kanal 7 INT’in Frankfurt’taki merkezine Nisan 2007’de yaptığı baskını hatırlıyor musunuz? Ellerinde otomatik silahlar bulunan 340 polis, topu topu 4-5 dairenin bulunduğu binayı kuşattı. Açık kapıları kırıp içeri girdi. Masasında çalışan insanları yere yatırıp ellerini bağlayıp saatlerce yüzüstü beklettiler. Polis, saatler süren aramadan sonra binayı terkettiğinde ortalık savaş alanına dönmüştü.
Yöneltilen suçlamayı unutmayın sakın. Suçlamanın özü, toplanan yardım paralarının argo tabirle söyleyim, iç edilmesi idi. İfadenin en kötüsü ile yazayım. Bir dolandırıcılık iddiası idi değil mi? Bundan ötesi bir şey var mı?
Yok.
Peki. Bugüne kadar Türkiye’nin çektiği bütün sıkıntıların anası demokrasiye vurulan darbeler değil mi idi? 1980 öncesinde ihtilale, halk nazarında meşruiyet kazandırmak için insanların birbirlerini kırmasını aylarca kışkırtmadılar mı? Sonra çıkıp bunları hatıralarında anlatmadılar mı?
İhtilal örgütlenmesi yapanlara karşı Türkiye’de inanılmaz şefkatli davranan çevreler, Almanya’daki baskına karşı alkış tutmadılar mı? Alman emniyetinin yaptığı insanlık dışı eylemi “suç merkezine polis baskını” diye alkışlayarak sunmadılar mı? Hala programlarında iddialarının haklılığını belgelemek amacıyla her fırsatta göstermiyorlar mı?
İKİNCİSİ: Alman polisi, Türk emniyetinden ilgili kişilerin Türkiye’deki ev ve işyerlerinin de aranması için yazı yazdı. Türk tarafı 28 Mayıs 2007 tarihinde yapılan talebe bir cevap verdi.
Türk polisi, ilgili kişilerin kriminal polis veri bankasında kayıtlarının bulunmadığını belirterek şu yazıyı gönderdi:
“Sizin de bildiğiniz gibi suçlarla mücadelede polis işbirliği son derece önemlidir. Ancak eğer müracaat adli yardım talebi ile yapılabilseydi, bizim savcılarımızın desteği ile detaylı soruşturma yürütmek ve karşılıklı bilgi alışverişinde bulunmak mümkün olabilirdi.”
Türk polisi, “Ben kendi kafamdan hareket edip, insanların işyerlerini ve evlerini arayıp bulduklarımı sana gönderemem. Adli yardım talep et, savcılar izin versin ben de istenileni yapıp savcılara teslim edeyim” dedi. Bir anlamda Alman makamlarına hem hukuk hatırlatıldı, hem de yol gösterildi.
İşte Türk polisinin bu hukuku hatırlatan, yol gösteren yazısını yok sayan Aydın Doğan medyası, bunun yerine Alman polisinin, “….uluslarası polisiye adli yardımda problemsiz cevaplamakta ve adli yardım gerektirmemektedir, bu şekilde bu cevap olağandışı olarak tanımlanmalıdır” diye verdiği cevabı esas aldılar.
Hepsinden kötüsü de Alman ağzı ile Türk polisini işbirliği yapmamakla suçladılar.
Nisan 2007’den sonra adli yardım talebinde bulunmayan Alman mahkemesi, 2008 sonbaharında dava hakkında karar verdi ve 3 kişiyi mahkum etti. Alman yargıç, kararı açıkladıktan sonra hiçbir delil sunmadan Türkiye’den bazı isimleri suçladı. “Asıl failler Türkiye’de” dedi.
Bu suçlamanın ardından da bir buçuk yıl beklettiği adli yardımlaşma talebini devreye koydu.
ÜÇÜNCÜSÜ: Deniz Feneri e.V. davası ile ilgili suçlama yöneltilen kişilerin Almanya’daki avukatları, önceki hafta Alman mahkemesine başvurdu. “Müvekkillerimiz hakkındaki dosyayı görmek istiyoruz” dediler. Alman savcılığı, “Dava hakkında gizlilik kararı var. Veremeyiz” cevabını verdi.
Aradan tam iki gün geçti. Suçlanan kişilerin avukatlarına verilmeyen dosya Milliyet Gazetesi’nin Almanya’daki muhabiri İrfan Ergi’ye teslim edildi. İrfan Ergi, günlerce dosyayı tefrika etti. Dosyada adı geçenlerin açık ev adreslerine varıncaya kadar yayınladı. Oysa Alman yargı sistemi, ceza alsalar bile –evet yanlış okumadınız- ceza alsalar bile kişilerin bırakın açık adreslerini; isimlerinin açık yazılmasına bile müsaade etmiyor. Ama söz konusu Türkiye’den birileri ve hele de Doğan Medyası işbirliği ile lincine karar verilmiş kişiler oluyorsa her şey değişiyor.
DÖRDÜNCÜSÜ: Doğan Medyası – Almanya işbirliğini anlatacak en çarpıcı olaya ise geçtiğimiz hafta imza atıldı. Vatan gazetesi 24 Nisan’da “Deniz Feneri’nde bir skandal daha” diye haber yaptı. Bu kez Almanya’nın Ankara Büyükelçiliği devredeydi. Haber yapılmadan bir gün önce dosyanın içeriği Vatan’ın Ankara Haber Merkezi’ne ulaştırıldı. Vatan muhabiri, dosyanın geldiğini biliyordu. Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’e dosyanın gelip gelmediği sordu.
Bakan Şahin, kendinden emin, “Gelmedi henüz. Bekliyoruz” anlamında açıklama yaptı. Ertesi gün çıkan Vatan’da bakanın dosyadan habersiz olduğu ve dosyayı sümen altı ettiği yazıldı. Alman Büyükelçiliğinin dosyayı teslim ettiği gün 24 Nisan. Teslim saati ise 11.15. Sorunun sorulduğu ve Bakan Şahin’in “Henüz gelmedi” dediği tarih ise 23 Nisan.
Sonrasında Bakan Şahin’in, “Cuma günü geldi” açıklamasını ise utanmaz bir şekilde “Bu ne tesadüf Bakan Bey” diye ayrı bir haber yapabildi. Kendi okuyucusunu bu kadar aptal yerine koymaya da pes doğrusu.
Almanya-Doğan Medyası işbirliğini bu kadar sırıtacak bir şekilde, bu kadar çirkin bir şekilde sergilemek de ancak onların tıynetine yaraşır.
BEŞİNCİSİ: Almanya’dan gelen iki dosya var. CHP lideri Baykal dahil, Doğan Medyası bunu bilerek karıştırıyor ve alınan cevapları, konuşulan konuları istedikleri zaman istedikleri dosyanın içine koyuyorlar. Birinci dosya, geçtiğimiz yıl sonbaharda karara bağlanan ve o karara ilişkin dosya. Bütünüyle Alman yargı sisteminden kaynaklanan zaman kullanımı, bilerek CHP ve Aydın Doğan medyası tarafından “geciktiriliyor” iddiasıyla kamuoyuna sunuldu.
Bu dosya halen Adalet Bakanlığı’nda ve tercüme ediliyor.
Öteki ise Frankfurt Savcılığı’nın 15 kişi hakkında hazırladığı adli yardımlaşma işbirliğine yönelik olarak hazırlanan dosya. Bu da 24 Nisan’da Adalet Bakanlığı’na ulaştı. Kapak yazısı Almanca olan bu dosyada, Türk hükümetinden neler istendiğine ilişkin bölümü ise Türkçe olarak yazılı bulunuyor.
Bakan Şahin, “kapak yazısında ne var?” diye burayı da tercüme ettiriyor. CHP lideri Baykal ve Aydın Doğan medyası ise “Türkçe tercümesi var” diye kıyameti koparıyor.
***
Deniz Feneri e.V. davası, Almanya’da Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerini dinamitlemek amacıyla kullanılıyor. Eski Başbakan Gerhard Schröder döneminde, Türkiye’nin AB’ye üyeliğinde lokomotiflik görevini üstlenen Almanya, Merkel’in yönetimi devralması ile birlikte takoz görevi yapmaya başladı.
Türkiye’de yargıya hiç bir şekilde inanmayan CHP ve Aydın Doğan medyası, Alman mahkemesinin verdiği kararları, "üzerinde tartışma kabul etmez gerçekler" olarak bu topluma kabul ettirmeye çalışıyor.
Doğan Medyası, Alman dostluğuna zarar gelmemesi için, geçtiğimiz yıl Şubat ayında Ludwigshafen kentinde biri hamile 9 Türk’ün yanarak öldüğü kundaklama olayını, sıradan adi bir yangın gibi verdi. Bu zihniyet, kundaklama olayını, bütün dünyanın gözü önünde kapatan Alman yargısının kararını eleştirmeye bile cesaret edemedi. Doğan Medyası ve yandaşları, bu utanç verici Alman yargısının kararına inandı ve insanları inandırmaya çalıştı. Dahası, Türk yargısına Alman ağzı ile suçlamalarda bulundu.
*** Şimdi tekrar en başa dönüp bir noktanın altını çizeceğim. Kanal 7 yönetimine “yardımları iç etti” diye isnat edilen rakam ne kadardı? 8 milyon Euro. Aydın Doğan’ın suçlandığı rakamlar hakkında geçtiğimiz haftalarda arkadaşlarımız Haber 7’de bir derleme yapmışlardı. Bu dosyaların neler olduğunun detayını okuyabilirsiniz.
10 Mayıs 2007’de, Aydın Doğan’ın sahibi olduğu Petrol Ofisi hakkında 1.2 milyar liralık ceza kesildi. (28 dağıtım şirketine kesilen cezalar söz konusu idi.) Aydın Doğan, Maliye ile uzlaşmaya gitti ve 1.2 milyarlık ceza rakamını 275 milyon liraya indirdi. Devletin alacağı 975 milyon lirayı cebinde tutu. Daha doğru ifade ile devletten kaçırmış oldu.
Şimdi soruyorum size. Petrol Ofisi, bu olayda suçlu olmasa idi Aydın Doğan para ödeme yoluna gider mi idi? Ben size söyleyeyim tek kuruş ödemeyi kabul etmez, yargı çevresinde "her biri birer aslan" olarak bilinen hukukçuları ile toplu hücuma geçerdi.
Bu yazı çok uzun oldu biliyorum. Ama bir noktayı daha vurgulamak istiyorum. Deniz Feneri e.V. davasında Alman yargıçları ile Aydın Doğan medyası kolkola verip yayınlar yaptılar. “Bu derneğe yardım yapanlar, yargıya şikayette bulunsun” dediler. Bu kampanyaya Doğan’ın gazeteleri, televizyonları yetmedi Alman medyası da buna öncülük etti.
Bütün buna rağmen, bugüne kadar bir tek kişi bile suç duyurusunda bulunmadı.
|