Zekâtta temlik ve “Sebîlullah” meselesi 1-2-3-4 EBUBEKİR SİFİL Prof. Dr. Hayreddin Karaman hocanın zekât konulu yazılarından biri1 başlıkta yer alan iki konuda o bildiğimiz "Açılım"ı tekrarladı geçen hafta. Zekâtın fertlere temlik suretiyle verilmesi ve "Sebîlullah" tabirinin yalnızca fiilen savaşan gazilere hasrı, hocanın fetvasında yerini "Hedefi İslâm'ın yaşanması, yayılması ve korunması, İslâm yurdunun muhâfazası ve kurtarılması, İslâm'a yönelen her nevi tehlikenin önlenmesi olan askerî, fikrî, siyasî, iktisadî, mücâdele ve faaliyetler"e bıraktı. Zekâtın -hatta sadece zekâtın değil, hacca, kurbana verilecek paraların da- hal itibariyle "Maslahata daha uygun" düştüğü düşünülen birtakım hükmî şahsiyetlere, bilhassa donanmaya verilmesi teklif ve fetvası geçtiğimiz yüzyılın başında da (1910 yılında) ortaya atılmış, bu vesileyle o dönemin matbuatı incelendiğinde görülecek ateşli tartışmalar yaşanmıştı. Hatta Meşihat makamından, bu doğrultuda fetva çıkarmasını isteyenler olduğu gibi, zekâtın donanmaya verilmesinin cevazını muhtevi bir fetvanın altında imzası bulunan "Müfti Fahreddin"in bu fetvasının incelenerek doğruysa teyit ve tasdik edilmesi, hatalıysa mezkûr müfti hakkında gerekli işlemin yapılması talep edilmişti. Cem'iyyet-i İlmiyye'nin resmî yayın organı niteliğindeki Beyânu'l-Hak dergisinde söz konusu teklif ve fetvalara şiddetle muhalefet edilmiş, gerek imzasız, gerekse Mustafa Sabri, M. Saffet, Küçük Hamdi2, Mustafa Hakkı, Hatibzâde Emîn, Abdülvehhâb, Ali Rıza gibi ulema ve meb'ûsînin imzalarını taşıyan pek çok ilmî makale ile ihkak-ı hakk yapılmıştı.3 Fetvâhâne-i celîle de kurbanın bedelini veya kendisini donanmaya veya bir başka yere vermenin kurban ibadetinin edasının yerini tutmayacağını belirten bir fetva neşretmişti.4 Meseleye yüzeysel bakıldığında, Alay Müftüsü Fahreddin Efendi ile Karaman hocanın yaklaşımını, "Hayrın çerçevesini genişletmek", "Klasik anlayışın dar kalıplarını aşmak"... gibi modern dönem insanına hayli çekici gelen nitelemeler eşliğinde takdim etmek mümkün. Ancak üzerinde icma vuku bulmuş bir hükme muhalefet söz konusu olduğunda burada durup düşünmek gerekiyor. Modern dönemde icma, sanki tesadüfen oluşmuş, çok da ehemmiyet arz etmeyen bir kurum olarak telakki edilse de, bu ümmetin müctehid ulemasının bir konudaki görüş birliğini yansıtması bakımından hayli temel bir yere sahiptir. Sahabe döneminden itibaren bu ümmetin müctehidlerinin hata ve yanlış üzerinde görüş birliği yapabileceğini düşünmenin ne anlama geldiğini en iyi bilenlerdendir Hoca... Kaldı ki Karaman hocanın söz konusu yazısı kendi içinde de birtakım sıkıntılar barındırıyor. Şöyle ki: Hoca, "Fahraddin Razî, mezkûr âyetin (9/et-Tevbe, 60 ayeti, E.S.) tefsirinde el-Kaffâl'den, bu mefhumu daha da genişleten ve bütün hayır müesseselerini buna dahil eden bir görüş nakletmiştir (Mısır, 1938, c. XVI. s. 113)" diyor. Oysa bu görüş el-Kaffâl'e değil, onun kendisinden nakil yaptığı "bazı fukaha"ya aittir. Fahruddîn er-Râzî, dirayet ilimlerinde zirve bir isim olmasına rağmen, rivayet ilimlerinde otorite değildir. Bu sebeple kim olduğu bilinmeyen bu "Bazı fukaha"dan, üstelik senedsiz olarak yaptığı bu nakli hükme esas kılmak doğru değildir. Söz konusu naklin rivayet kriterleri doğrultusunda şayan-ı itibar olduğu farz edilse bile tefsirini kaleme aldığı dönemde mu'tezilî görüşlere sahip bulunan el-Kaffâl eş-Şâşî'nin, bu görüşü bid'at ehlinden nakletmiş olması ihtimalini göz ardı etmemek gerekir. Devam edecek. 1- http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?i=18241
2 --------------- Karaman hocanın "Sebîlullah" konusunda neden sadece er-Râzî'nin el-Kaffâl'den -meçhul "bazı fukaha"ya atfen yaptığı- senedsiz nakille yetinmek durumunda bulunduğu şayan-ı dikkattir.. Hoca'nın pek itibar ettiğini bildiğimiz eş-Şevkânî'nin, Fethu'l-Kadîr'de1, Neylu'l-Evtâr'da,2 es-Seylu'l-Cerrâr"da3, ed-Derâri'l-Mudıyye'de4 "sebîlullah"ın çerçevesini hocaya destek teşkil edebilecek şekilde genişletmemiş olması da, el-Kınnevcî'nin bu çerçeveyi hocanın takyidiyle gayri kabil-i telif bir tarzda genişletmiş olması da hocanın istidlal ve istintacına dayanak teşkil etmekten uzak görünüyor. eş-Şevkânî, tefsirinde (dipnotta belirttiğim yerde) "sebîlullah"ın, gaziler ve sınır boylarında bekleyen murabıtlar olduğu görüşünü "ulemanın ekseriyeti"ne izafeten zikrettikten sonra, İbn Ömer (r.a)'in, bu kelimenin "Hacıları ve umrecileri" anlattığını söylediğini, İmam Ahmed ile İshak b. Râhûye'nin de "sebîlullah" tabirinin hacıları da içine aldığı görüşünde olduklarını söyler. Neylu'l-Evtâr'da ise buna delalet eden rivayetleri, bünyelerinde taşıdıkları zaafları da belirterek zikreder. ed-Derâri'l-Mudıyye'deki tavrı ise daha nettir: Zekâtın sarf yeri olan bahse konu 8 sınıfın tayininde esas olanın "şer'î vasıf" olduğunu, vasıfta şer'î bir hakikat (anlam) olmadığı takdirde ancak lugavî medlule dönüleceğini belirtir. Ulemanın zikrettiği şart ve itibarların şer'an veya lugaten vasıf olabilecek özellikte bulunması halinde, yahut bunu gösteren bir delilin mevcudiyeti durumunda bunların dikkate alınacağını, aksi durumda bunlara itibar edilmeyeceğini söyler. Bu sebeple eş-Şevkânî, "sebîlullah" tabirinin gaziler dışında hac ve umre yapanlara şamil olduğunu söylemekle yetinmiştir. Zira Neylu'l-Evtâr'da her birinin zaafı hakkında konuşmuş olsa da, bazı rivayetlerde "sebîlullah"ın hac ve umreyi de kapsadığını gösteren rivayetler vardır. el-Kınnevcî ise "Sebîlullah" tabirinin Allah Teala'nın rızasına götüren yolların tümünü ihtiva eden bir çerçeveye sahip olduğunu belirtir.5 Buradan, Allah Teala'nın rızasını tahsil amacıyla inzivaya çekilmiş kimselerin bile -zengin olsalar dahi- zekâtın "fî sebîlillah" kaleminden istifade etmeleri gerektiği sonucu çıkmaktadır. Oysa "Sebîlullah"ın çerçevesinin bu şekilde genişletilmesi, zekâtın sarf yerleri olarak ilgili ayette "sebîlullah" dışında 7 sınıfın daha zikredilmiş olmasını anlamsızlaştırmaktadır. Bir diğer ifadeyle, şayet "sebîlullah" tabiri bütün hayır çeşitlerini içine alıyorsa, ayette fakirin, miskinin, borçlunun, yolda kalmışın, ğârimin... ayrı ayrı zikredilmiş olmasının izahı ne olabilir? (Bu yaklaşımın eş-Şevkânî'nin yukarıda ed-Derâri'l-Mudıyye'den naklen zikrettiğim tesbitiyle örtüşmediğini de altını çizerek belirtelim.) Her halukârda pek tutarlı görünmeyen bu istidlal tarzının da hocanın çizdiği çerçeveye oturmadığını belirtmemiz gerekiyor. Ne demişti hoca: "...hedefi İslâm'ın yaşaması, yayılması ve korunması, İslâm yurdunun muhâfazası ve kurtarılması, İslâm'a yönelen her nevi tehlikenin önlenmesi olan askerî, fikrî, siyasî, iktisadî, mücâdele ve faaliyetler..." Görüldüğü gibi bu çerçeve, münhasıran "İslam'ın yayılması ve müdafaası" şeklinde özetleyebileceğimiz bir amacı ortaya koymaktadır ki, "Bütün hayır çeşitlerini" ihtiva etmediği ortadadır. Devam edecek 1- eş-Şevkânî, Fethu'l-Kadîr, II, 532. 2- Neylu'l-Evtâr, IV, 190-1. 3- es-Seylu'l-Cerrâr, II, 59-60. 4- ed-Derâri'l-Mudıyye, I, 218. 5- er-Ravdatu'n-Nediyye, (Dâru'l-Cîl), I, 206-7. 3------------------ Bir önceki yazıda, zekât verilecek kimselerin tadad edildiği 9/et-Tevbe, 60 ayetinde geçen "sebîlullah" tabirinin anlam çerçevesine dair eş-Şevkânî ve el-Kınnevcî'nin birbiriyle örtüşmeyen görüşlerini aktarmıştım. Hocanın -dolaylı da olsa- dayanak ittihaz ettiği el-Kasımî, Şeltût ve Yusuf el-Karadâvî'nin görüş ve yaklaşımlarına gelince; el-Kasımî, tefsirinde Fahruddîn er-Râzî'nin, "Sebîlullah ifadesi, sadece gazilerin kastedilmiş olmasını gerektirmez. Bunun için el-Kaffâl, tefsirinde bazı fukahadan, zekâtın, ölünün kefenlenmesi, kale inşası, mescit yapımı gibi hayır çeşitlerinin tamamına sarfının caiz olduğu görüşünü nakletmiştir" dediğini naklettikten sonra el-Hasen (el-Basrî ), Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûye ile Sahabe'den İbn Abbas ve İbn Ömer (r.anhuma)'nın, "sebîlullah" tabirinin haccı da ihtiva ettiği görüşünde olduklarını zikreder. Arkasından da buna delalet eden bir hadis ve İbnu'l-Esîr'in, hoca tarafından da nakledilen izahatını aktarır. (el-Hasenu'l-Basrî üzerinde ileride duracağım.) Ancak bunları söylemeden önce o, "sebîlullah" tabirinin tefsirine başlarken şu ifadeleri kullanır: "... Sonra Allah Teala, "fî sebîlillâh" buyruğuyla cihada yardımı zikretmiştir. Binaenaleyh (bu kalem) cihad gönüllülerine sarf edilir; onlara binit ve silah satın alınır..." Bu kesin ifadeler el-Kasımî'nin, "sebîlullah"ın anlam çerçevesi hakkındaki kanaatini açık bir şekilde göstermektedir. Bu durumda onun tefsirinde, Fahruddîn er-Râzî'den naklettiği görüşle başlayan ve İbnu'l-Esîr'den iktibasla sona eren ifadelerini, konu hakkındaki farklı görüşleri aktarmak amacıyla yapılmış nakiller olarak görmek durumundayız. Hocanın, el-Kasımî'nin ifadelerini aktarırken de -tıpkı Fahruddîn er-Râzî'den yaptığı alıntıda olduğu gibi- bir "fakih titizliğinde" hareket etmediği açıkça görülüyor... Şeltût ise tıpkı el-Kınnevcî'de gördüğümüz gibi "sebîlullah" tabirinin çerçevesini alabildiğine geniş tutmuş, Kur'an ezberi işinin yaygınlaştırılması, hastane yapımı, mescit inşası... gibi hayır çeşitlerine kadar uzanmıştır.1 Dolayısıyla el-Kınnevcî'nin yaklaşımını aktarıren söylediğim gibi hocanın, Şeltût'un yaklaşımını da delil ittihaz etmesi tutarlı görünmüyor. Zira hoca, "sebîlullah" tabirinin içini doldururken belli bir sınır gözetirken Şeltût, neredeyse bütün hayır çeşitlerine uzanıyor. el-Karadâvî'ye gelince, hocanın, bu konuyla ilgili yazdıklarının hemen tamamını ondan aldığı anlalışıyor. öncelikle bu konuda mezheplerin görüşünü zikrederken İmam Ahmed b. Hanbel'den nakledilen, "sebîlullah" tabirinin hacıları da kapsadığı görüşünün dayanağını teşkil eden iki rivayeti taz'if ettiğine dikkat çekelim. (eş-Şevkânî'nin tavrı üzerinde dururken, Neylu'l-Evtâr'da bu rivayetlerin zaaflarını belirttiğini zikretmiştim.) Arkasından, dört mezhebin şu üç noktada ittifak ettiğini belirtir: 1. Cihad, "fî sebîlillah" kapsamındadır. 2. Harcama, mücahidlerin kendilerine yapılır. Cihad için gerekli araç-gereç ve diğer hususlar için harcama yapılıp yapılamayacağı ihtilaflıdır. 3. Baraj, köprü, mescid, okul... gibi sosyal konularda zekât fonundan harcama yapılamaz. el-Karadâvî'nin kendi tercihini, gerekçelerini ve değerlendirmesini gelecek yazıda ele alalım. 1 Bkz. Fetâvâ, 102-3; el-İslâm Akîde ve Şerî'a, 104-5. 4 ---------------------------------------------------------- Zekât meselesini çağımızda en detaylı bir şekilde işleyen kişi olduğu bilinen el-Karadâvî, "sebîlullah" tabirinin İmamiyye ve Zeydiyye tarafından nasıl anlaşıldığını anlatan nakiller yapmıştır. İmamiyye'nin kendi kaynaklarında görülen o ki, bu mezhep içinde "sebîlullah" kaleminden bütün hayır çeşitlerine harcama yapılmasının cevazı konusunda bir ihtilaf mevcut değil. Ancak Zeydiyye konusunda durum biraz değişik. Gerek el-Karadâvî'nin aktarımlarında1 gerekse benim elimdeki Zeydiyye kaynaklarında Zeydiyye imamlarından Zeyd, en-Nâsır, el-Müeyyed billah ve diğer fukahanın, "sebîlullah" kaleminin münhasıran gazilerin ihtiyacına sarf edileceği görüşünde oldukları zikrediliyor.2 Bu durumda "sebîlullah"ın diğer hayır çeşitlerine teşmilinin daha sonraki Zeydî alimlerin tercihi olduğunu, ya da en azından Zeydiyye imamları arasında bu konuda ihtilaf bulunduğunu söylemek doğrunun ifadesi olacaktır. Bu da, gerek el-Karadâvî'nin, gerekse ondan nakille yetinen Karaman hocanın, Zeydiyye'nin konu hakkındaki görüşünü gerçeğe uygun biçimde aksettirmediğini gösteriyor. İlgili kaynaklarda "sebîlullah"ın çerçevesi gaza ve gaziyi, bir de -azınlıkta kalan bir gruba göre- hacc ve umreyi aşmamakta iken3 bu çerçeveyi hocanın yahut İmâmiyye ve bir kısım Zeydîler'in yaptığı gibi genişleten bir sahabîye veya Ehl-i Sünnet bir imama rastlamıyor oluşumuz calib-i dikkattir. Bu durumu dikkatte tutarak hocanın tavrına tekrar baktığımızda iki husus dikkatimizi çekiyor: 1. Sahabe'nin ve Ehl-i Sünnet imamların tavrı, "sebîlullah"ın gaza/gazi ve hacc/umreye tahsisi doğrultusunda iken hoca bu çerçeveyi neredeyse "bütün hayır çeşitlerini" içine alacak şekilde genişletiyor. 2. Yukarıdaki cümlede geçen "neredeyse" kaydına bakarak hocanın yine de ihtiyatlı davrandığını düşünmek aldatıcı olur. Zira hocanın bu çerçevenin dışında bıraktığı husus, İbn Ömer, Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûye (rh.aleyhima)'nın, hacc ve umreyi "sebîlullah" içinde gören tavrıdır ki, yazısında atıf yaptığı isimlerin hemen tamamı tarafından zikredilmiştir. Bu meselenin hasılası, "hedefi İslâm'ın yaşaması, yayılması ve korunması, İslâm yurdunun muhâfazası ve kurtarılması, İslâm'a yönelen her nevi tehlikenin önlenmesi olan askerî, fikrî, siyasî, iktisadî, mücâdele ve faaliyetler"in zekât fonundan finanse edilmesinin engellenmesi, dolayısıyla bütün bu hayırlı amellerin önünün kesilmesi midir? Üç yazı boyunca söylemeye çalıştığım şeyin bununla elbette ilgisi yok. Zira infak ve tasadduk müesseselerinin zekâttan ibaret olmadığı açıktır ve bütün bu faaliyetlerin zekâtın sınırları zorlanmadan da yapılması pekala mümkündür. Peki zekâttan bu çalışmalara fon aktarılması halinde kıyamet mi kopar? Şurası açık ki, mesele sadece zekâtlı sınırlı değil; bu bir tavırdır ve bugün zekât hakkında ortaya konmuştur, yarın bir başka hüküm hakkında işletilecektir. Dolayısıyla burada yapmaya çalıştığım şeyin zekâtla yapılacak hayırlı işlerin engellenmesi olarak değil, İslam ahkâm binasının asliyetinin muhafazası için gösterilen bir hassasiyet olarak okunmasını arzu ederim. Bir cümleyle ifade etmem gerekirse, bizim derecede gözetmemiz gereken husus Allah Teala'nın rızasıdır ve O'nun ahkâmını yine O'nun murad ettiği biçimde hayatımıza aktarma çabası içinde olmamızdır. Bu gereği gibi yapılsa fakirlik de, diğer olumsuzluklar da kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Unutmayalım, geçmişte zekâtı toplayıp da dağıtacak yer bulamadığımız devirler olduysa bu hassasiyetin ürünüdür. Bu yazı serisini hocanın tavrıyla ilgili bir tesbit yaparak noktalayayım: Hayatını, bu ümmetin meselelerinin yeni ictihadlar vasıtasıyla aşılabileceği tesbitinin gereklerini yerine getirmeye samimane bir şekilde adamış bulunan hocanın, sadece bu meselede değil, daha pek çok hususta Yusuf el-Karadâvî, Şeltut, M. Abduh, Reşid Rıza, eş-Şevkânî, el-Kınnevcî... gibi isimlerin taklidinden başka bir anlam taşımayan bir "hall yolu"nu benimsemiş kişi profili çizmesi kendisi için, duruşu ve tesbitleri için ciddi bir çekişidir... 1- Bkz. Fıkhu'z-Zekât, II, 646-7. 2- Dav'u'n-Nehâr (yazma nüsha), 148a (el-Mehdî lidînillah Ahmed b. Yahya el-Yemânî'nin (ö. 804/1401), Zeydiyye'nin muteber metinlerinden sayılan el-Ezhâr'ı üzerine el-Hasen b. Ahmed el-Yemenî (ö. 1084/1673) tarafından kaleme alınmıştır. eş-Şevkânî, es-Seylu'l-Cerrâr'ını bu eser üzerine yazmıştır.) Ayrıca bkz. el-Hasen b. Muhammed en-Nahvî, et-Tezkiretu'l-Fâhire, 167-8. 3- Bkz. el-Cassâs, Muhtasaru İhtilâfi'l-Ulemâ, I, 483; İbnu'l-Cevzî, et-Tahkîk (ez-Zehebî'nin et-Tenkîh'i ile birlikte), V, 270; İbn Abdilhâdî, Tehkîhu't-Tahkîk, III, 172; İbn kudâme, el-Mukni', VII, 249; el-Kurtubî, el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'ân, X, 271; Tefsîru İbn Ebî Hâtim, VI, 1824; Ebû Bekr b. el-Arabî, Ahkâmu'l-Kur'ân, II, 533... |