Türkiye’de ‘hocaların
hocası’ diye adlandırılan ve sayıları gün geçtikçe azalan
akademisyenlerden biri Prof. Dr. Oktay Aslanapa.
Türk mimarisi ya da sanatı üzerine yapılan yüksek lisans ve doktora
tezlerinin kaynakçasında, Aslanapa’nın eserleri ‘olmazsa olmaz’ların
başında geliyor. 1934 yılında başladığı akademik hayatında sadece ‘Osmanlı
coğrafyasında değil, 13. yüzyıldan itibaren Türklerin ayak bastığı bütün
topraklarda görmediği, incelemediği tarihî eser yok gibi Aslanapa’nın. Bu
birikimlerini, yayınladığı birçok kitap ve sayısını kendisinin bile
hatırlayamadığı makalelerde toplayan Aslanapa, İstanbul Üniversitesi Sanat
Tarihi Bölümü’nde 50 yılı aşkın hocalığı sırasında binlerce sanat
tarihçisinin yetişmesinde de büyük pay sahibi.
1915 yılında Kütahya’da doğan Aslanapa, bugün, ilerlemiş yaşına rağmen
Türk mimarisi ve sanatına katkısını sürdürüyor. Birkaç yıl önce İÜ’den
emekli olan Aslanapa, her gün saat 10.00’dan akşam 17.00’ye kadar
İstanbul’un tarihi semtlerini, yapılarını geziyor. Belki bugüne kadar
yüzlerce kez gördüğü, incelediği eserlere bir kez daha yakından bakıyor.
Cami kubbesinde oluşan rutubeti, düşmek üzere olan bir çiniyi, yazdığı
dilekçelerle ilgililere haber veriyor. Bazen, “Burada bir hat levha vardı,
ne oldu?” diyerek cami imamını sorguluyor. Bir camide daha önce farkına
varmadığı bir figür, bir çini gözüne çarparsa, cebinden çıkardığı bir
kağıda küçük küçük notlar düşüyor. Bu notlar, daha sonra kamuoyunun önüne
ya bir makale ya da bir kitap olarak çıkıyor. Tıpkı yazarın geçtiğimiz
günlerde genişletilmiş ikinci baskısı yapılan ‘Osmanlı Devri Mimarisi’
adlı kitabı gibi.
İlk olarak 1986’da yayınlanan, Türkiye’deki üniversitelerin sanat
tarihi ve tarih bölümlerinde kaynak kitap olarak okutulan eserin,
genişletilmiş ‘ikinci’ baskısı, İnkılap Kitabevi’nden çıktı. Bugün Türkiye
sınırları içinde bulunan ve Orhan Bey’den Osmanlı’yı yöneten 35. padişah
Sultan Mehmet Reşat devrine kadar yapılan mimari eserlerini konu alan
kitap, gerek tarihî eserlerle ilgili verdiği bilgiler gerekse bu eserlerin
fotoğraflarını barındırması açısından tam bir envanter niteliği taşıyor.
Kitapta neler yok ki... Camiler, saraylar, köşkler, hamamlar,
imarethaneler, türbeler, surlar, çeşme ve sebiller... Tarihî eserlerin 50
yıl önceki halleri ile şimdiki durumlarının karşılaştırıldığı fotoğraflar,
birer belge niteliğinde. Tarihî eserlere bir mimar ve sanat tarihçisi gibi
yaklaşan Aslanapa, metinlerde bu eserlerle ilgili ‘menkıbe’ ya da kulaktan
dolma bilgilerden sakınmış. Eserin yapılışından, mimari öneminden ve öne
çıkan sanatsal yanlarından bahsetmiş daha çok. Kitabında konu ettiği
eserlerin planlarını yayınlamış boy boy. Tarihte yapılan restorasyonları,
depremlerden sonra yapılan tamir çalışmalarını anlatmış.
Oktay Aslanapa, eğer bu kitapta yer alan tarihî eserler bugüne gelmiş
olsaydı, Türkiye’nin bir mimari cenneti olacağını söylüyor. Başbakanlık’ın
başlattığı ‘Tarihî Yarım Ada Projesi’ni geç kalınmış; ancak olumlu bir
proje olarak gören Aslanapa, “Zararın neresinden dönerseniz kârdır.
İstanbul’daki tarihin neredeyse yarısı yok oldu. Eğer bunlar
korunabilseydi, İstanbul şimdi dünyanın kültür-sanat başkenti olurdu.”
diyor. İstanbul’dan sonra tarihî eserlerin en çok tahrip olduğu şehrin
Edirne olduğunu belirten Aslanapa, 1940’lı yıllarda Edirne’deki âbidelerin
bizzat valinin nezaretinde yok edildiğini savunuyor. Tarihî mimarinin
durumunu ‘felaket’ olarak nitelendiren Aslanapa, Anadolu’daki eserlerin
hâlâ sağlam bir envanteri olmamasından yakınıyor.
“Tarihin yok oluşu karşısında azap çektim”
Bir eserin önünden geçerken neler hissettiğini sorduğumuzda, önce
‘içini çekiyor’, sonra yaşadığı azaptan bahsetmeye başlıyor Oktay
Aslanapa: “İstanbul’a 1934’te geldim. O zamanlar İstanbul gökdelenler
kenti olmamıştı. Tarihî yarımada, şimdiki gibi sadece isimden ibaret
değildi. Her adım başında bir çeşme, bir cami ve bu caminin etrafında bir
külliye vardı. Kenti gezerken bu çeşmelerden su içer, çınarlarının altında
dinlenirdim. Sonra bir tahribat başladı ki sormayın gitsin. Tarihî eserler
bir bir yıkılmaya başladı. Karaköy’den Beşiktaş’a giderken saymakta
zorlandığım eserlerden şimdi birkaç tane kaldı. Vatan Caddesi’nin iki
yanında dizili mimari, yok edildi. Gitmediğim mercî kalmadı; ama kendimi
dinletemedim.” |